20 Ekim 2015 Salı

It's a girl, Alisa :)


Hamilelik döneminde 18. haftanın içinde olduğum şu günlerde sanırsam nihayet huzura eriyorum.

7. hafta gibi başlayan bulantılar, 16. hafta bitene kadar bazen feci bazen hafif devam etti. hiç bitmeyeceğini düşünmeye başlamıştım. etraftan duyduklarımla he 12 haftada bitecek, he 15 de bitecek diye hep boşa bekledim. hatta bazen bitti sanıp bir et ürününü mideye indirdiğim ve yarım saat içinde içimin dışıma çıktığı zamanlar oldu :(

Doktorum 12. hafta kontolünde bir sonraki kontrolde (yani 16. hafta) bulantısız ve enerjik gelecksin demişti. Ben 16. haftanın dolmasına 1-2 gün kala, doktora "hani geçiyordu, nerde, hala aynı" isyanlarına hazırlandığım sırada, kontrole gideceğim günün sabahında bulantı olmadığını hissettim. ama kanmadım buna tabi, güne bulantısız başlayıp öğleden sonramın zindan olduğu çok gün geçirmiştim. akşam iş çıkışı araba kullanırken "Allah allah bulanmıyor valla" dediğimi hatırlıyorum kendi kendime.

neyse özetle kadının karşısına çıktığımda bulantı filan yoktu, tüm isyanlar içimde kaldı. ancak kendimi iyi hissetmiyordum, hala halsizdim ki bunu da ertesi gün başlayan ve 1 hafta yakamı bırakmayan grip virüsüne bağladım sonradan. arkadaş anladım ki hamile iken hasta olunca yapacak pek bir şey yok, hele de yoğun tempoda çalışıyorsan, yani elindeki tek çözüm olan "dinlenme" de uygulama dışı ise. hafta sonuna da düğün, annenin doktor muıayanesi vs patlayınca, bir hafta süründüm işte. kendimi bana bakın diye Selin'in ve Umut'un evine attığım günler oldu. gerçekten sefildim sefil. neme lazım ben bu havada bota, atkıya vs geçiş yaptım arkadaş, anladım ki hasta olunca ilaçsız iyileşemiyorsun, iyisi mi hasta olmayacaksın. artık elimi günde 15 kez filan yıkayıp, pürellenip, sürekli c vitamini ile, ıhlamur bardağı ile geziniyorum; önümüz kış ve ı-ıh hasta neyim olmamam lazım. 10 yıldır ekmeğini yediğim ilaç sektörünü bu konuda kınayacağım ama onlar ne yapsın, hamileler üzerinde klinik çalışma doğal olarak yasak, ancak gerçek yaşam verisi ile kullanılabilen ilaçlar var işte.

Konu dağıldı, ne diyordum: 16. hafta kontrolü. hiçbir sorun çıkmayan ikili test ardından, 16. haftada 4lü test için kan verdim (çok şükür bunda da bir şey çıkmadı). ve nihayet bizimkisi cinsiyetini de belli etti. artık Allah gönlüme göre mi verdi, ben telapati yöntemi ile mi yaptım bilmiyorum ama bebeğim bir kızmış :) ikinci çocuk için hem yaş hem çalışma şartları hem de benim bünye pek uygun olmadığından (hayat bu belli olmaz tabii) kız olmasını çok istemiştim. elbette insanın neyi varsa o bence iyidir, hoştur ve doktor erkek dese içimde en ufak bir burukluk olmazdı, orası çok ayrı.

Evet her şey yolunda giderse Mart ayında aramıza bir kız katılacak ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. ve ben eminim ki, anaç bir karakterim olmasa da, özgürlüğüne ve iş yaşamına düşkün bir kadın olarak onu çok ama çok seveceğim ve hayatımın değişmesi umrumda bile olmayacak. Yeter ki sağlık ve sıhhatle doğsun, o günleri görelim.

Komşu topraklarda bir Selanik-Girit turu (Kısım 1- Selanik)



2013 yılı Ekim ayında hazırlanıp, yayınlanmamış bir post imiş bu. o kadar taslak hazırlamışım, bari yayınlayayım olduğu kadarı ile dedim.

Yıllar geçmiş yazmayalı, ki bu yıllarda pek çoğu iş için olsa da epeyce yer gezdim ben.

İş için olmayan bir gezim de Selanik-Girit gezisi idi. İşbu yazı bu gezinin Selanik tarafını içeriyor.

2013 yılı Kurban bayramında nereye gitsek, ne yapsak diye düşünmeye Ağustos ayında başladık. Uzakdoğu'dan Amerika'ya oldukça geniş bir yelpazedeydi alternatiflerimiz, ama düşünülmesi gereken oldukça faktör de vardı. bir kere bütçemizi yaralamamalıydı, hepimiz çok yorulduğumuzdan dinlenmeye de izin veren bir tatil olmalıydı ve mümkünse ılıman iklim olmalıydı, zaten kış kapıdayken geçen sene kurban bayramında yaptığımız gibi donmaya gerek yoktu :)

Amerika'ya bir denetim için gitmiştim Ağustos ayında, müfettiş sağ olsun Japonya ve İrlanda deneyimlerim gibi yormadı beni, hem maillerimi kontrol etmeye hem de arada bizim bayram seyahati için araştırma yapmaya vaktim vardı.

Nasıl başladık araştırmaya. Efendim aldım haritayı önüme, olabildiğince güneye inelim diye düşündük. Uzakdoğu, Güney Amerika, Akabe filan uçak parası sebebi ile elendi. Kıbrıs'ı detaylı düşündük, ama bayram sebebi ile uçaklar da oteller de el yakıyordu vallahi.

En son Belek'de beş yıldızlı bir otelde yatsak mı planları yaparken, gözüm Akdeniz'in büyük adası Girit'e çarptı. Yıllar önce (2005) Atina'da geçirdiğim yaz döneminde, kalabalık bir grup gitmişti Girit'e hafta sonu için, ben dahil olmamıştım ama içimde kalmıştı vallahi. E ne zamandır bir Yunan adası mı yapsak fikri de hep aklımda, e oldukça güneyde bu ada yani Antalya'dan daha sıcak olmalı diyor coğrafi bilgilerimiz. neyse bir araştırdım ki, oteller düşük sezon sebebi ile ucuz görünüyor, e Yunanistan'da bayram tatili yok gibi. Uçak biletleri biraz zorlayacak gibi, ya Atina'dan ya da Selanik'den aktarma yapmak lazım. Hmm bu adanın iki merkezi var gibi, bir tanesi Heraklion, diğeri de daha yazlık olan Hanya. Selanik'den Ryanair ile 60 TL'ye uçuş varmış da, Selanik'e uçmak pahalı derken... kafamda ampul yandı, ben bırak Selanik yolunu, Atina yolunu iki kere otobüsle gidip dönmüş insandım, Selanik dediğin yer İstanbul'dan 8-9 saatti, tamam çok keyifli bir otobüs yolculuğu değil ama 80 TL'ye Selanik'e atıyordu bizi işte. Grupla da paylaşınca (toplam 10 kişi), herkes olumlu baktı, olumsuz bakanlar da eşlerini dinlemek durumunda kaldı ve ben Amerika'dan gelir gelmez, uçak biletlerimiz alındı, otobüs biletlerimiz ayrıltıldı ve otel rezervasyonlarımız yapıldı. Grupta vize alması gerekenlerin evrakları da büyük bir hızla halloluverdi valla. planımıza göre önce Selanik yapacaktık, burda 1 gece kalıp ertesi gün Girit'in Hanya şehrine uçacaktık. Girit'de tatil bölgeleri Hanya tarafına yakın, Heraklion baş şehir olmasına rağmen.

11 Ekim Cuma akşamı herkes işyerinden Forum İstanbul'a geldi ve otogara giderek turumuzu başlattık. Benim hep söylediğim bir şey vardır, yola çıktığın an tatil başlar, bu yüzden yolda geçen zamanı hiçbir zaman kayıp saymam, o yol da tatile dahildir benim gözümde. Alpar turizm ile çıktık yola. aslında biletlerle ilgili hem gidişte hem dönüşte sıkıntı yaşadık, metro turizme güvenmeyip derin araştırmalarımla Alpar'dan bilet aldığıma üzüldüm epeyce, ama buraya bu tatsız kısımların detayları yazmıyorum artık. Bu arada İstanbul-Selanik arası gidip gelen Dostluk Trenini kaldıranlara da güzel laflar hazırladım ama o da ayrı bir yazı konusu olur.

Gece yarısını geçerken sınırı geçtik ve ben 5. kez yarısı kırmızı beyaz yarısı mavi beyaz boyanmış Meriç ırmağı üzerindeki köprüye baktım yine. sonra iskeçe, gümülcine, dedeağaç derken, Kavala'yı da geride bırakıp sabah 7 gibi ulaştık Selanik'e. şöyle bir baktım, tren istasyonunda her şey aynı, Yunanistan'ın fast food zinciri Goody's, Yaseminle tren beklerken adının "Peynirli" olduğunu okuyup, ısırığımız domuz sosisine gelince elimizden attığımız sandviçi yaşadığımız kafe, ve de şehride 8 yıldır bir gram ilerleyememiş metro inşaatı.

Tren istasyonunda bir şeyler yedikten sonra,istasyonun bir kapısının açıldığı Egnetia caddesinin ilerisinde bulunan otelimize yöneldik. Tam tahmin ettiğimiz gibi otel check in yapmadı o saatte ama bagajları attık üzerimizden. sonra İzmir'deki kordonun adeta bir kopyasını oluşturan deniz kenarına indik yine yürüyerek. Beyaz Kule sisler altında saklanıyordu. Bu kule şehrin simgesi sayılıyor, Osmanlı döneminde (Kanuni Sultan Süleyman zamanı) inşaa edilmiş.Bazı söylentilere göre mimar sinan tarafından yapılmış ama bu bilgiye her yerde rastlamamak doğruluğuna gölge düşürüyor. Osmanlılarda savunma amaçlı yapılan kule, bir dönem hapishane olarak da kullanılmış. Balkan savaşı sonrasında Selanik Yunanlıların eline geçtiğinde, kuleyi vaftiz etmek amacı ile beyaza boyamışlar ve beyaz kule demişler adına. Kule şu anda beyaz filan değil, boyası akmış ve orijinal renginde. neyse ki Osmanlı'dan kalan bir çok şeyin başına gelen bunun başına gelmemiş de, yapı hala ayakta ve günümüzde müze olan bu yapıyı 3 € vererek gezebiliyorsunuz.

Kulenin önünde geçirdiğimiz yarım saatten sonra (içinde gerçekten birşey yok, ben yıllar önce gezmiştim ) kuleyi karşıdan gören bir kafeye attık kendimizi; sisler içindeki kuleyi ben ilk gençlik yıllarımda yaptığım gibi frappe içerek izledim, bu frappe dedilen zımpırtıyı üzgünüm ama sadece Yunanlılar becerebiliyor yapmayı. grupta ucuz olmasını fırsat bilip breezer (düşük alkollü romlu ve meyveli içki; bizde yassah gençliği alkole özendirdiği için) ile güne başlayanlar da oldu:)

Soluklanmamızın ardından göreceğimiz iki tane müze vardı. Bir tanesi Selanik Arkeoloji Müzesi, Diğeri de Bizans Kültür Müzesi. Birbirine oldukça yakın bu iki müzeye, kulenin hemen karşısındaki kıyıya paralel yolu izleyerek elimizde haritamız ulaştık ve kombine bilet alarak iki müzeyi de gezdik. Yunanistan'da arkeoloji müzesi gezmek ayrı bir keyif bence, o yüzden müzeler oldukça güzeldi ama elbette Atina'da bulunan arkeoloji müzesinin yanına yaklaşamaz bile.

Yorucu müze gezisinin ardından, artık gecenin yolda geçmesinden dolayı gözler de kapanmaya yüz tutmuşken, kendimizi sahildeki restaurantlardan birine attık ve birbirinden leziz Selanik yemekleri ile burda karşılaşmış olduk. ortada yunan salatamız (çoban salatasının büyük kıyılmışı aslında...), caciki, patlıcan salatamız güzeel bir yemek yedik. Üzerine de artık geleneksellemiş olan ikram geldi, uzo ;)

Son bir enerjimizi toplayıp, Atatürk'ün evini gezmeyi ertesi güne bırakmamaya karar verdik. aslında grupta otele gidip dinlenelim, yarın sabah gezeriz sesleri yükseldi ama ben arkadaşlarımı tanıyordum, akşam içecektik ve ertesi gün havalimanına anca giderdik biz; ilk amacımız kültür turu olmadığından öyle Selanik'i karış karış gezmeye niyetimiz yoktu ama Atatürk'ün evini de gezmeden gidemezdik sonuçta. Yine elimizde harita Atamızın evini bulduk. Ev bu sene restore edilerek ziyaretçilere açılmış, Serdar Bilgili üstlenmiş masrafları. Açıkcası benim için hayal kırıklığı, çünkü ben bu evi içindeki eşyalar gönderilmeden gezmiştim, yani bir ev gibiyken. o zamanlar yunan bir arkadaşımız Selanik'de yaşayan arkadaşlarını da çağırmış ve biz iki türk kızı üç yunan genci ile saygı içinde eşyalara bakmıştık, gözlerim dolmuştu. ev şimdi boşaltılmış, duvarlara tarihsel bilgiler eklenmiş, her yerde bulacağınızdan.tek olumlu bulduğum şey Atatürk'ün balmumu heykeli bence. Eşyaların Türkiye'ye gönderildiğini, zaten Atatürk'e ait olmadıklarını, bir Yunan aileden kaldıklarını filan söylediler, ama ben tatmin olmadım. Evin ortasında bir makette, benim yıllar önce gezmiş olduğum eve ait bir maket vardı, keşke gerçeği de öyle kalsaydı. Bahçede Ali Rıza Efendi tarafından dikilmiş ağaca minnetle baktık ve Atamızın evinden ayrıldık.

Yol üzerinde Selanik'deki en güzel kiliselerden biri olan, Bizans zamanından kalma Agios Dimitrios kilisesini gezdik. Yine yol üzerinde Osmanlı Roma döneminden kalma Roma Forumunu, Rotunda'yı görebilme şansımız da oldu. Sonra otelimize gelip kendimizi dinlenmeye bıraktık.

Akşam nerede yemek yiyeceğimiz çok önemli idi, gelmeden önce trip advisor ve forumlar taranmıştı ve biz konumu otelimizden yürüme mesafesinde olan, oldukça da övgü aldığını okuduğumuz To Hellinikon isimli restaurantı tercih ettik. vallahi yemek yerken bir de parmaklarımızı yedik, şiddetle tavsiye olunur. ben en çok domatesli, peynirli patlıcan salatasını beğendim; yine domates ve peynirle yapılmış saganaki de müthişti. yanına elbette uzo içtik. normalde uzo ile çok aram yoktu ama mini markalı olanı oldukça beğendim,rakıdan daha kolay içildiği kesin. midelerimiz bayram ederken hesabı da istedik ve ikram likörlerimiz de geldi peşinden:) açıkcası yediğimiz yer bizim asmalı mscit kıvamında bir yerdi ve en az iki başı iki kadeh içki içildi, deli gibi de kalamarlar, karidesler gitti geldi masaya; ödediğimiz hesap bir asmalı mescit mekanında ödenenin kesinlikle altındaydı; e içki deli gibi pahalı olmayınca.

Yemek yedikten sonra, boat bar denilen, beyaz kulenin arkasından binilerek denizde size müzik çalan gemilere bindik ve yunan müzikleri eşliğinde bir saat geçirdik. tamam bazı tanıdık melodilere türkçe eşlik ettik ve dikkat çektik, ama güzeldi (biz dünyayıı çok sevdiiik, ölüm bizden uzak olsun...)

Sonra Nikis caddesinde, denize bakan birkaç bara öylesine girip çıktık ve yorucu bir günü kapatarak otele döndük. Selanik'in gece hayatının güzel olduğu her halinden beli, sokaklarda masalar, herkes eğleniyor, denize nazır kazık yemeden içki içmek, bence çook güzel. Acaba bu şehir bizde kalsa, bu kadar güzel olur muydu diye düşünmedim değil, kesin masaları kaldırırdık, ruhsat probleminden bu kadar mekan da olmayabilirdi; ama yine de bizim şehrimiz olmamasına hayıflandım tekrardan.

Ertesi gün Goodys' de yemek yedik. Goody's Yunanistan'da Mc Donalds'dan daha çok iş yapan bir fast food zinciri.

Selanik'le ilgili canımı sıkan detaylar da vardı tabii bir önceki görüşüme göre değişen. Mesela yol başı olan büfelerin çoğu kapanmıştı, kapalı dükkan sayısı da çoktu. şehirde ekonomik krizin etkileri hissediliyor yani. İzmir'e benziyor ama İzmir daha zengin görünüyor gözlerimize.

Selanik'e bir nokta koymadan, bir yerden daha bahsedeceğim. O da Girit dönüşü uğradığımız bir meze restaurantı. Bu bölgeyi dönerken de olsa keşfettiğimize (aslında tavsiye ile gittik) çok sevindim. Ladadika bölgesi, eskiden genelevlerle dolu adı kötü anılan bir bölge iken günümüzde salaş ama butik tavernaların mekanı olmuş. sahilde sırtınızı Beyaz Kuleye verip denizi solunuza alıp yürüdüğünüzde Markiz isimli büyük gece kulübünün olduğu bölgenin arka sokaklarının ismi Ladadika. Şirin bir meydan da var. Biz tavsiye ile Full tou meze denilen mekana gittik. yemeklerin biraz geç gelmesi, unutulması ve de her yerde artık alışmış olduğumuz ikramın olmaması dışında lezzete bir şey denilemeyecek bir mekandı. Patlıcan ve peynirle yapılan meze, peynirli mantar dolması ve biberaki (peynirli biber dolması) tadı damaklarımızda kaldı. Üstelik Türkçe menüleri de vardı, ve ben bir tanesini çaldım:)

Özetle, Selanik sahili ve sahili dik kesen sokakların cıvıltısı, meraklılarına müzeleri ve tarihi eserleri, muhteşem tatları yakalayabileceğiniz tavernaları ile özellikle bir haftasonu kaçışı için ideal. pasaportunda vizesi olanlar ve otobüs yolculuğundan gocunmayanlar için ekonomik bir haftasonu tatili olabilir bence.

Yıllar sonra yeniden gezmek ve unuttuklarımı hatırlamak ve de yeni hatıralar yaratmış olmaktan çok mutluydum :)

Düşündüm de bu gezinin üzerinden de iki yıl geçtiğine göre, benim yine bir Yunanistan'a uğrama zamanım gelmiş ;)