16 Ekim 2017 Pazartesi

Emzirme üzerine...

Kızım 19 aylık oldu, emzirmeyi bırakalı 1 ayı geçti.


Bebek konusunda her adımda yaşadığım gibi emzirme konusunda da hesaplarım çarşıya uymadı sanırım. doğurmadan önce ezbere yorumla "1 sene yeter" derken, kendimi bir dönem "6 ayı görsek bari", bir dönem "1 yaş hedefim", bir dönem "1.5 yaş gelsin değerlendirelim", bir dönem ise "2 yaşı bulurum ya çocuğun bana bir zararı yok" psikolojisinde buldum. pek de planlamadığım bir şekilde 1.5 yaşına günler kala, 6 Eylül'de bitti benim için emzirme, son emzirmem kızımı MR cihazında uyumaya ikna etmek için, narkoz almasın diye dua ederken, bir görüntüleme merkezinde oldu.
Alisa'da çoklu besin alerjisi var.  tam 2 aylıktı tanıştığımızda. benim için özetle anlamı şu oldu, sadece anne sütü verdiğim sürede bir aylık deneme yanılma ardından 3.5-4 ay gibi bir süre sadece kabak zeytin ve ekmekle beslenmek. üzerine neredeyse bir sene kadar vegan gibi beslenmek ve tam peynir, yumurta, et tüketebilmeye başladığımda ve de "amaaan böyle emzirmekte ne var ki" dediğimde emzirmeyi sonlandırmak. bu dönemde çok kez 3 günlük seyahate yanımda yiyebileceğim 3-4 gıdadan hazırlanmış poğaça ve zeytinle gidip 3 öğün bunlarla beslendim. çünkü alerjen gıdalar sütten öyle hemen arınmıyor.
Aslında yazımın amacı, biraz da google hazretlerine ben bu süt döngüsünü nasıl sağlayacağım diye düşünüp soran, sürekli seyahat etmek, toplantıya girmek durumunda olan emziren işkadınları okuyabilsin. bu çift taraflı mücadelede, en azından kızımı 1.5 yaşına anne sütü ile getirdiğim için mutluyum. gönlüm, yoğurt, yumurta, peynir yemeye başlasın da öyle keseyim sütten diyordu ama kısmet değilmiş bu kadarı. diyorum ya, benim bebek olayında planladıklarım, hep plan olarak kaldı :)


evet çok zordu aslında emzirme hikayesi. evet hele ki yoğun seyahat edip bebeği görmeden günler geçiriyorsanız, 6 aydan sonra genelde pes eden anneler ile karşılaşmış olabilirsiniz.
İlk doğum yaptığımda, sütüm birden gelip, bebek çekemediği için memeleri taş gibi yaptı  ve ateşlendim. soluğu doğum yaptığım hastanede aldım, ordaki hastane tipi makine ile bile sağamayınca ebe eli ile süt sağmak zorunda kaldı. doğum sancısından beterdi valla. memelerinin bu derece şişmesi, sütünüzün çok olduğu anlamına da gelmiyor ne yazık ki. bebeğinize ilk günler süt yetmeyebilir. bu da benim başıma geldi. Alisa çığlık çığlığa ağlıyordu ve uyutmaya çalışıyorduk. küçük bir insan evladının hayatta kalmak, karnını doyurmak için mücadelesini orda gördüm ben. evet ilk 10 gün hep ağladı, denilen her şeyi yaptım, sürekli memede tuttum, hiç inanmamama rağmen tatlılara da gömüldüm, bol bol su da içtim ama Alisa kilo kaybetmeye devam etti. mecbur kalıp doktorun numune olarak verdiği mamalardan 3-4 gün kullandım. Ve memelerimi sağan ebenin tavsiyesini dinleyip hastane tipi pompayı da kiraladım. Alisa'nın her emmesinden sonra çıktığı kadar sütü sağıp, bebeğe şırınga ile verdik. bingo! bir sonraki kontrolde kilo almaya başlamıştı ve sadece süt ile devam edebildim.
Peki bunun için önden alınacak bir aksiyon var mı? elbette varmış. hastane tipi bir pompa edinip sertlik başladığı anda memeleri boşaltmak ve o derece sertleşmeyi engellemek. yani bence doğum yapan her kadının elinin altında, en azından bir süreliğine kiralanmış o makinelerden olmalı, sonrasında bebek sütü çekemeyip, vücut da "aa süte gerek yokmuş" deyince, "doymuyor bu çocuk, mamaaaa" feryatlarının önüne geçilmeli. Alisa 1 aylıkken ödünç aldığım, Medela marka hastane tipi cihazı, 13 aylıkken teslim ettim. Sütümün azalmaya başlaması da bu döneme rastlar.








Bu yüzden hastane tipi pompayı doğum öncesi veya siz doğum yaptığınızda eşiniz temin edecek şekilde en azından bir aylık kiralamanız çok mantıklı olur. bu aşamada evde olduğunuz için ayrıca bir pompaya ihtiyacınız yok. eğer sütünüz yetmiyor ise bebek emdikten sonra 3-5 dk bu pompa ile göğüsleri sağmak hem 3-5 cc süt biriktirmeye, hem de göğüslere bir sonraki turda fazla süt üretmeye yardımcı oluyor. ayrıca o sağılan sütleri de bebeğe vererek daha çok kalori almasını sağlayabilirsiniz.
Yani bol süt ve bol emzirme diyenler boşa konuşmuyor. uzun müddet kabakla beslenen biri olarak eminim ki, süt yapan şey emzirme (mümkünse ekstra sağım) ve su içmek (6 L'yi buluyordum ilk aylar).
Alisa 20 günden sonra geceleri hep uyuyan bir bebek olduğu için ben hep ekstra sağım yaptım. sabah ilk emzirmede bir göğsümü emerdi, ben diğerini sağardım mesela. bu ne kadar doğru bilmiyorum, sonuçta memelerin de terbiye olması önemli. ama ben bu şekilde yaptım, bir yerden sonra da işe başlama tarihim yaklaşınca aksatmadım ki ekstra sütüm olsun buzlukta. geceleri de mutlaka ekstra sağım yaptığım bir saatim oldu, taa 13 aylık olana kadar.
Ne yazık ki ilk 2-3 aya ait sütler (hatta sonrakiler de dokunan deneme besinleri sebebi ile) kullanım dışı oldu. iki kanser hastasına bağışladım bu sütleri, inşallah şifa olmuştur. sonraki denemelerde Alisa'ya dokunan besinler sebebi ile veremediğim sütleri de ihtiyacı olan bir bebeğe verdim, süt anne oldum :)
Yani fazla sütten zarar gelmez, ya bebek içiyor ya da bir ihtiyacı olanı çok ararsanız buluyorsunuz. Facebook'da süt bağışı ile ilgili bir grup bu konuda çok yardımcı.


Özetle, işe başlamaya yakın bebeğin uzun uyuduğu, uzun süre emmediği bir ekstra saat belirleyip, o saatte disiplinli bir şekilde süt sağmak çok işime yaradı. 
Eğer bebeği oldukça küçük bırakıp işe gittiyseniz, o kiralanan makinenin kiralama süresini uzatmak gerekebilir. ilk başlarda arkadaşımdan ödünç aldığım portatif cihaz ile bu işi yapmaya çalışsam da 3.gün hastane tipi cihazı sırtlanıp gitmiştim işe :) çünkü 3 saatte bir süt sağmak gerekiyor ve diğer makine hızlı bir şekilde göğsü boşaltamıyor, uzun sürüyor. çalışırken bu çok zor. memeyi boşaltmadan bırakınca da vücut o kadar sütün yettiğini düşünüp az üretiyor. yani sizin bebiş evde 100 cc sütü gömerken sizin memeden o saatte 50 cc çıkabilir. oysaki hastane tipi bir makine, aynı anda iki memeyi sağdığımda 7-10 dk gibi bir sürede memeleri boşaltıyor. benim düzenim ilk başta aşağıdaki gibi idi:



06:00 Emzirme
09:00: İşyerinde sağım
12:00 Emzirme (evim çok yakın olduğu için ilk aylar eve gidip emzirdim, hem de alerji sebebi ile bir şey yiyemediğimden evde karnımı doyurmuş oldum ; eve gitme imkanı yoksa bu saatte de sağım gerekiyor)
15:00 İşyerinde sağım
17:-- ve sonrası : bebek istedikçe emzirme
20:30 Gece emzirmesi
24:00 Ekstra sağım (Alisa 2 aylıkken neredeyse tüm gece uyuyordu ben saat kurardım, 3 aydan sonra bıraktım uyudu)



Görüldüğü gibi işyerinde süt sağmaya harcadığım zaman sadece 20-25 dk. yani zaten gün içinde verilebilecek çay, kahve molası kadar.

elbette bu tablo zamanla (9 aylık olduktan sonra) işyerinde bir sağım (öğle öncesi veya hemen sonrası, veya öğle vakti)
Alisa alerjik bir bebek, beslenmesi çok iyi değil, özellikle bağışıklığı için süte ihtiyacı olduğunu hiç unutmadım, zaten doktorlar da sağ olsun hep hatırlattılar :)



PEKİ BEBEĞİ EMZİREMEDİĞİMİZ ZAMANLAR?
Bunu iki bölüme,- hatta bizim alerjiye özel 3 bölüme- ayırdım:



- yatılı olarak bebekten uzaklaşma
- günübirlik seyahat
- emzirme arası verme (bizim için 3 hafta idi)



Yatılı olarak bebekten uzaklaşma (bebek emmese de, sütü dökmek zorunda kalsak da sağım şart ki süt döngüsü sekteye uğramasın):
1- hastane tipi makineyi bagaja valiz vermek pahasına yanımıza alıyoruz ve sabah ilk sütü ve gece yatmadan önceki sütü bununla sağıyoruz. eğer toplantınız kaldığınız otelde ise öğlen de bununla sağım yapmak iyi olur tabi. eğer değil ise yanımızda bir adet de portatif cihaz olmalı.
2- toplantı ziyaret yapılan yerleri ilk girdiğimizde inceleyip sütü nerede sağabileceğimize bakıyoruz. sonra toplantı, görüşme programına göre en baştan sütü ne zaman sağabiliriz belirliyoruz. danışabileceğiniz birileri varsa mutlaka danışın, bu çok doğal bir talep, yerli yabancı bu konuda yardıma herkes hazır oluyor. oldu ki mecbur kaldık, tuvalette de sağım yapabiliriz. eğer süt taşıyacaksanız ve tuvalette sağıma mecbur kalır iseniz hijyene dikkat etmek şart.

bu şekilde 4-5 günlük uzaklaşmayı çok rahat yönetiyorum. Alisa da bu arada benim ekstra sağım zamanlarından arttırdığım sütleri içiyor.

Günübirlik seyahat : 
özellikle sabah uçağı ile gidip, koştur koştur iş takibi yapıp akşam uçağı ile dönülen seyahatler. gerçekten çok zor oluyor ama imkansız değil.

Yanımızda "pilli" bir cihaz olmalı. ben lansinoh çiftli, pilli cihazı öneririm. bence fiyat/performans olarak çok verimli bir makine.

günlük program, nerelere gidilecek kafamızda canlandırıp, süt sağılacak saat(ler)i tespit ediyoruz. bu benim için şöyle. uçaktan iner inmez, eğer bir yarım saat vaktim var ise, bebek odasına gidiyordum ve sütü çiftli pilli cihaz ile 15-20 dk da sağıyordum. böylece iş partnerlerimin vaktinden çalmadan bu işi halletmiş oluyorum. bu sütü akşama kadar dayanmayacağından döküyordum. sonra yemek yenilen yerde de müsait bir yer belirlemeye çalışıyodrum, mümkün ise sağıyordum. bu her zaman mümkün olmuyor çünkü yemek iş yemeği olabiliyor. en son da havaalanında güvenlikten geçtikten sonra sağım yapıyordum ve kış aylarında da denk geldiğinden o sütü İstanbul'a taşıyordum.
yani havalimanındaki bebek bakım odaları ve pilli makine güzel fikir.
ayrıca Medela'nın tek kullanımlık temizleme mendilleri var. o mendiller ile aparatları temizleyebilir ve bir sonraki sağıma temiz aparat elde edebilirsiniz. TR'de var mı bilmiyorum ama ben ABD'ye giden bir arkadaşımdan rica ettim. keşke önceleri de olsaymış bunlardan. 




Emzirme arası verme:
işte en zoru bu. biz tam 3 hafta sadece tıbbi mama kullanıp emzirmeye ara vermek zorunda kaldık. 6 aylıktı, sürekli yanımdaydı ve emzirmiyordum. psikolojik zorluklarına hiç girmemeyim ama 3 gün sonra alışmıştı. hem biberon verip hem sağım yapmak ayrı zordu ama bunun da üstesinden gelinebiliyor.

Tam 3 hafta yukarıdaki yatılı uzaklaşma taktiği ile sağım yaptım.
Ancak şu adımı da ekledim, günde en az bir kere, özellikle duş alırken elle de sağım yaptım. elle sağım bebek emmesini en iyi taklit eden yöntemmiş. ayrıca normal sağımlardan sonra da kalan sütü 10-15 hamle ile elimle akıttım.
süt azalıyor mu azalıyor, ama bebek emince yine artıyor.
Özetle süt işi, inanma, azim, planlama ve su içme işi :)
Yiyip içtiklerim arttıkça ve de Alisa büyüdükçe hiç de öyle anlatıldığı gibi memeye yapışan bir çocuk olmayınca emzirme beni hiç zorlamadı.

Emzirmeye veda kısmı...
Kızım meme konusunda etraftakilerden duyduğumdan farklı bir bebek oldu hep, o yüzden bu kısımla ilgili taktiğim vs yok :)
Alisa zamanla işten eve döndüğümde meme alma işini bıraktı, birkaç fırt çekip arkasını dönüyordu. Düzen 14-15 aydan sonra sabah kalkınca ve gece yatmadan şeklinde oluştu. sağmayı da kademeli olarak bıraktım (önce sabah ekstra sağımı, sonra işyerini ve  gece sağımı bıraktım)
Alisa 17 aylık olduğunda artık akşamları sadece birkaç fırt çekiyordu, sadece sabah emiyordu, ona da emmek denirse. aslında çocuk emmeye hevesli değildi ama ben yine de veriyordum meme, vermesem aramıyordu ama biliyordum. eh süt de azalmıştı tabi az emince, benim rasyonel annesi kılıklı bebe de süt gelmeyince çekmek istemiyordu.
Yine de emziririm diyordum ben. uykumu bölmüyor, mememe yapışıp kalmıyor. eh diyetim de inek sütü ve kuruyemişler harici fena değil, bana ne zararı var ki modundaydım.
İşler 1.5 yaşına günler kala değişti. aslında 6-7 aylık olduğundan beri içimde nörolojik gelişim ile ilgili beslediğim endişeler iyice su yüzüne çıktı. 15 aylıkken yoğurt (keçi) yedirebilmeye başlamıştım kızıma ve sanki gelişimde de iyice duraksama olmuştu. Bağırsak emiliminden şüphelendi doktor, yoğurdu kesin isterseniz dedi.
Doğum günümde oturdum düşündüm, kızım zaten emmeyi kademeli olarak bırakmıştı. bende ise, terapilerle ve olağanüstü yoğun emekle gireceğim bu dönemde, bir de "yediğim acaba bağırsak emilimini etkiler mi" psikolojisine dayanma sabrı yoktu, 1.5 yaşında kızımın günde birkaç dakika emdiği sütün faydası ile benim diyetle fiziki ve mental olarak yorulmamın yarar zarar dengesini kurdum kafamda.
Hemen ertesi gün sabah emzirip sonra "meme bitti" dedim kızıma, büyüdün sen artık. Zaten talep etmediği için pek zorlanmadık. Aynı gün MR'da uyusun diye sakinleştirmek için 1 dakikalık emzirme son oldu.
1aydır bana düşkünlüğünün arttığını hissediyorum, yani pek emin de değilim ama uykulu ve ağlamaklı zamanlarında saçlarıma yapışmayı ve kopartmayı arttırdığı kesin. Biraz da huysuzluk oldu, belki de o birkaç dakika onu rahatlatıyordu kimbilir. Bizdeki yan etki bu oldu sadece :)
Eminim ki her şey yoluna girecek, bugünleri kızıma gülümseyerek anlatacağım.
İçtiği sütlerin bir ömür faydasını görür inşallah...



25 Ağustos 2017 Cuma

İki bebekle bir Avrupa gezisi anıları (Almanya, Avusturya, İsviçre, Fransa)

Bu yaz tatilinde şirketim "shut down" yaptı. yani 3 hafta boyunca, hepimiz aynı anda izindeydik. Ramazan bayramını da kapsayan bu 3 haftanın 1 haftasını, yani bayramı, annemlerin yanında, bir hafta kadarını evde ve tam ortasındaki 10 günü de çok güzel bir gezide geçirdim.
Daha önce Emre, kardeşim, eşi ve ben şeklinde yaptığımız geziler, 4 gün ara ile doğan bebelerimiz sebebi ile 6 kişilik hale geldi.


Bu bebeklerimiz ile ilk yurtdışı deneyimi idi ve şu an bakıyorum ki bu deneyim için oldukça detaylı bir rota çizmişiz.


İskandinavya, Doğu Amerika, İsviçre-İtalya, İsviçre-Fransa, İsviçre-Almanya alternatifleri arasında gezinirken; amacımız rahat araba kiralayabileceğimiz, vize alırken sıkıntı yaşamayacağımız - ve mümkünse sadece giriş çıkışı kapsayan vize değil de bir kez daha bizi yurtdışına çıkarabilecek bir vize imkanı sağlayacak bir rota belirledik.


Tüm hesap kitap yapıldığında, giriş ve çıkışın Almanya olmasına karar verdik. Not düşeyim ki, bir arabayı Almanya'da kiralayıp İsviçre'de teslim etmeyi denerseniz one way fee adı altında 120€ gibi bir bedeli gözden çıkarmalısınız. Almanya'nın başka bir şehrine teslimatta bu 20€ idi. Araba işi bize sandığımızdan pahalıya mal oldu diyebilirim. İki araba kiralamak istemedik, tek araba olunca da ancak 9 kişilik araçlara sığabiliyorduk. Bu araçları havalimanından teslim alıp havalimanına bırakmak için ödeyeceğiniz extra ücret ise 250€; premium location fee diyorlar buna. Standart binek araçlarda bu ücret yok.


Uçak biletlerimizi Münih gidiş ve Stuttgart dönüş şeklinde aldık. Geri döndüğümüzde rotamızı aşağıdaki şekilde haritaya dökebildim:







Bebeklerle seyahat zor olacaktı. Hele ki iki adet alerjik, yedikleri sınırlı ve güvenli olmak zorunda olan iki bebekle. bir miktar kuzu etini dondurdum ve köpük içinde donmuş taşıdım. 3-4 kavanoz sebze konservesi filan yaptık. Not düşeyim ki bu bir riskti; Almanya'da bizim valizleri X-ray'a soktular. Et var mı dediler ve refleks ile hayır dedim; bunun üzerine X-Ray'e sokuldu valizler ve hiçbir şey demediler, bu kısmı anlamadım.





Münih'de bir Vegan Kermesi
Alisa Münih uçağında aramızdaki koltukta kolunu bacağını aça aça uyudu, çok rahat bir yolculuktu. Yukarıda bahsettiğim X-Ray krizinden sonra arabamızı teslim almak üzere Sixth ofisine gittik ki deli bir kuyruk. Önceden rezerve ettiğimiz arabayı teslim almak için 45 dakika sıra bekledik ve sonunda sıfır km'de Renault Traffic'e kavuştuk :)  Bebek koltukları için otoparkta başka bir noktaya gitmemiz ve bu koltukları kendimiz takmamız gerekti, bu kısım bayağı yorucu oldu.




Soluğu Münih'de aldık, merkezde olmasa da merkeze yakın olan NH otelde konaklama yaptık, ortalama, iyi bir oteldi, odalarda mikrodalga bulunması bizi kurtardı. Arabayı otoparkta bırakarak bebek arabalarını kaptık ve metro ile ile şehir merkezine gittik, şehri şöyle bir gezdik. bira patates tarzı yemeğimizi yedik. bebelere onca zahmetle taşıdığımız yemekler ziyan oluyordu zira sürekli bebek arabasında olmayı protesto edip mama içip durdular tüm tatil boyunca.

Ertesi gün erken kalktık ve Münih'de aldığımız bir karar ile Salzburg'a doğru yola çıktık. Yoldan Avusturya için 9€'luk otoban bandrolünü aldık, Avusturya için minimum 1 haftalık bandrol alabiliyorsunuz.  Yağmurlu bir havaya denk gelsek de çok keyifli bir şehir Salzburg. Bebekler olunca detaylı gezmek biraz sıkıntılı ama yine de nehir kenarında yürüyüş ve buralara kurulmuş pazarlar, eski şehir merkezini turladık; yağmurun azizliği yüzünden schitzel değil de mc donalds ile yetindik, artık ne yapalım :)

Salzburg
Burdan sonra Avusturya'nın meşhur masalsı kasabası Hallstatt baktık ki sadece 50 km, ona da gidiverdik. Gerçekten muhteşem bir yerdi.
Hallstatt
Akşamına döndük Münih'e ve sabah erken kalkıp yola düştük, önce bir süpermarkete uğrayıp çocuklara yemeklik malzeme, bize sandviç ekmek, dondurulmuş küçük schitzeller, meyve, peynir, domates filan aldık. Pahalı İsviçre seyahati için hazırdık :) bunu izleyen İsviçre günlerinde öğle yemekleri için bu sandviçleri yaptık, akşam için etli, domatesli makarnalar yaptık evde diyebilirim.


Atlanmaması gereken bir nokta da İsviçre otobanını kullanacağımız için, otobanda henüz Almanya içinde iken 2017 yılına ait otoban stickerini aldık. Maalesef İsviçre için bu bandrol sadece yıllık ve 38 €.

Landsberg Am Lech
Yolumuz Almanya'nın meşhur romantik yoluna ait bir durak olan Landsberg am Lech'den geçti. Küçük ve tatlı bir kasaba, kocaman bir gölü ve şelalesi var, bu şelalaye nazır kahve içmek bir keyifti.

Duraklarımızdan birisi de sınıra çok yakın, Bodensee kıyısındaki Lindeu şehri oldu. Buranın şehir merkezinde, kareli masa örtüleri olan şirin bir mekanda schitzel yiyip bira içtik. Bu şehirde yaşayanlara özendim, sakin bir hayatları olmalı diye düşündüm.


Sınırı geçtik ve Avusturya'nın sınır kasabası olan Bregen'de inmeden devam ettik. Burdan sonra ise durağımız Liechtenstein'ın başkenti olan Vaduz oldu. Yani görülmese de olur dediğim bir yerdi açıkçası, ben daha sakin ve hayat olmayan bir yer daha önce görmemiş olabilirim. Yol üzerinde olması ve Avrupa'nın bu küçük ülkesini görerek merakımı gidermeyi bir kar sayıyorum.
Vaduz
Bu noktada diyeceğim bir şey var. Biz hızla İsviçre'ye ilerledik ama çok mühim bir şeyi atladık. Almanya'dan, Avusturya'dan İsviçre'ye geçiliyor ise depoyu sınırda fullemekte fayda var. İsviçre çok pahalı, hayır pahalı diyenler abartmıyor, gerçekten çok pahalı :)


Artık kararan hava ile birlikte, Luzern'e bağlı Emmen'de kalacağımız eve doğru yol aldık. Evimiz iki katlı, şömineli, kış bahçeli çok keyifli bir evdi. Airbnb'ye bir kez daha teşekkür ettim. Zurich, Luzern, Bern vs merkezli kalmak hem maddi açıdan zorlayacak hem de çocukların yemeklerinin hazırlanması, akşam ve sabah onların evde özgürce hareket etme olanaklarını sunmaması açısından daha az konforlu olacaktı.
Zürih
İlk İsviçre gününde rotamız Zürih oldu. Dur durak bilmeyerek gezdik de gezdik, zaten çocuklar da bebek arabaları hareket etmeyince çok isyankar oluyorlardı :) İsviçre'de Migros isimli marketlerde mikrodalgayı elimizi kolumuzu sallayarak yemek ısıtmak için kullandığımızı belirteyim ki bebekle İsviçre'ye gideceklerin aklında olsun. Ayrıca İsviçre'de en öncelikliler yayalar, sonra bebek arabaları, bisikletler ve en son da arabalara sıra geliyor. Bebek arabası ile hayat çok rahattı, kesin bilgi. Kiralık arabayı ise şehir merkezlerini gezerken kapalı otoparka almak gerekiyor, parası ile bile olsa merkezde yol kenarındaki park yerlerinde 1 bilemedin 2 saatten fazla tutmak yasak. Bu arada 4-5 saatlik park için 20 Frank verdiğimizi de demiş olayım ;) Zurich elbette detaylı gezilir ise 2 gün harcanabilecek bir şehir gibi geldi, ama bebeklerle bu pek mümkün değildi. Turist rehberlerinde geçen "panoramik şehir turu"muzu yaptık, bence çok da gerekli olmayan Zurichsee bot gezisini de yaptık. Bu arada Swisspass diye bir şey var, 3 gün bile kalınacaksa tüm İsviçre'de, bunu almak mantıklı. yani çoluk çocukla gitmesek, ya da biraz daha büyük olsalar, 2-3 ülke gezilmese; bunu alıp tren, teleferik, bot vs hepsini kapsayacak, çok mantıklı ve en ekonomik seçenek.




Aynı gün öğleden sonra Luzern'e geçtik. Gerçekten çiçeklerle donanmış köprüsü, daracık sokakları, üzerindeki ışık yansımaları ile görsel bir şölen sunan gölü ile Luzern efsana bir şehir. Biz çok vakit geçiremedik, ama not aldım, gideceğim, Platus dağına da çıkacağım; sana yeniden geleceğim Luzern. Bence en az 1 tam gün ayrılmalı idi buraya. Bizim zaman planımız burası için yanlış olmuş diyebilirim.

Luzern
Akşam yine güzel evimizde kalıp, bahçede makarna şarap yapıp (e çocuklar yukarıda odalarında uyuyor, işte ev konforunun farkı) güzel bir uyku çektikten sonra ertesi gün kahvaltımızın ardından düştük güneye doğru yollara.


İlk durak Interlaken oldu, kışın kayak turizmi sebebi ile çok daha kalabalık olan bu sakin kasabayı çok sevdim, dingin, huzurlu hali, her yerinden görülen Alp Dağı manzaraları müthişti. Bu arada Interlaken'e araba ile giderken, Lungernsee'den geçiş yapılıyor, bu gölün yanında ilerlerken ise arabayı seyir terasına çekip,  gerçekten o masalsı İsviçre manzaralarını yakalamak mümkün.

Lungernsee
Interlaken'den sonra Leuterbrunnen'e geçtik ve arabayı burda bıraktık. Sonra bir teleferik ve muhteşem manzaralara eşlik ettiren dağ treni ile Murren dağ köyüne gittik. Bu teleferik ve dağ treni için gidiş dönüş kişi başı 22 Frank gibi bir ücret var. İsterseniz buradan 60-70 Frank daha verip daha yukarı, daha yukarı da çıkabilirsiniz. Swisspass var ise, Murren'e çıkan teleferik ve treni kapsıyor.Bu köyde dağlar sanki uzansam dokunulacak gibiydi, gerçekten oldukça yer gezmiş birisi olarak şu hayatta beni en çok etkileyen ilk 3 yer arasına girdi diyebilirim Murren için.

Murren

Heidi'nin köylerine, İsviçre yeşiline, Alplere doyduğumuz bu yorucu günün ardından yola devam ettik, Bern şehrini arabadan hiç inmeden gördük ve akşam yemeğini Gravyer peynirine adını veren Gruveyere köyünde yedik. Fondü ve şarap çok keyifli idi.

Cenevre gölü etrafındaki konaklamayı, ekonomik olsun ve birkaç Fransa köyü de görelim diye Evian'da ayarlamıştım. doğru bir seçim mi oldu emin değilim, Cenevre gölünün İsviçre tarafında güzel otobanlar varken, Fransa tarafındaki yol oldukça uzun, yavaş gidilen, pratik olmayan bir yol. Evian'da ayarladığım tesisten müthiş memnun kalmasak da mikrodalga, ocak gibi imkanları bize sunduğu için memnunduk.
Bir Fransa sabahına uyandım ve çıkıp otele yakın süpermarketten hem akşam için balık ve şarap, hem kahvaltı için büş peyniri başta olmak üzere peynirler, hem de öğle yemekleri için sandviçlik malzeme aldım. Fiyatların burada insani seviyeye indiğini belirtmeye gerek yok sanırım, ah bir de € 4 TL psikolojik üzerine çıkmamış olsa idi, tadından yenmezdi.
Fransa'nın bu şirin Evian kasabasından rotamızı ilk önce Yvoire isimli küçük bir Fransız kasabasına çevirdik, Leman (ya da İsviçreliler için Cenevre) gölünün kenarında, ortaçağdan fırlayıp gelen bir köy gibiydi. Burada göle en azından ayaklarımızı soktuk diyelim:)



Cenevre
Yvoire'den batı yönüne devam ettiğimizde, gölün kıvrıldığı noktada Cenevre'ye kavuştuk. Orta İsviçre şehirlerinden farklı, kendi içinde eski şehir merkezi, göl kenarı aktiviteleri, fıskıyesi, parkları ile şahsına münhasır bir şehir Cenevre, ben sevdim. Evian'daki gece konaklaması ardından, sabah erkenden yeniden koyulduk yola. Bu defa rota doğu idi, Montreux'yu önümüzdeki uzun yolu da düşünerek araba ile gezdik, Lozan'a doğru devam ettik. Eğer bizim gibi cenevre gölünün Fransız tarafında batıdan doğuya doğru yolculuk yapıyor iseniz, Meontreux'a gelmeden önce solda gölün üzerine kurulu olan ve şehrin sembolü kabul edilen Chillon Kale'sini görebilirsiniz. Yakın tarihimiz için oldukça önemli bu şehirlerde dolaşmak bende tuhaf mı, heyecanlı mı tanımlayamadığım duygular uyandırdı. Lozan gerçekten güzel bir şehir. Şehir merkezi göl kenarından üstte konumlanmış, arabayı merkeze yakın bir yere park edip göl kenarına yürüyerek indik. Elbette göl kenarına indiğimiz noktayı, Cumhuriyet'imizin tapusu olan Lozan Anlaşması'nın imzalandığı binaya göre ayarladık. Göl kıyısındaki kızma Ouchy diyorlar, birçok güzel cafe, restaurant, yine Lozan Anlaşması'nın hazırlıklarının yapıldığı Oucy Şatosu da bu bölgede. İmzalar leman gölünün en güzel yeri diyebileceğimiz yere konumlanmış Beau-Rivage sarayında atılmış (bazı kaynaklarda Rumine sarayı diye geçiyor, durumu çözemedim). Otelin Sandoz isimli salonunda imza atılırken İsmet Paşa'nın ruh halini getirmeye çalıştım göz önüne . Evet bir ilaç sektörü çalışanı olarak araştırdım, Sandoz ailesi bu sarayın sahibi, günümüzde Novartis ve Sandoz İlaç şirketlerinin sahibi de bu aile işte. Burası günümüzde de birçok uluslar arası toplantıya ev sahipliği yapıyor. Bakmayın adının saray olduğuna, üniversite, otel vs olarak kullanılmış, hiç saray gibi oturulmamış içinde. Bu arada not düşmek isterim ki Lozan'ı gezmek biraz zor, öyle ki şehrin merkezi ve göl arasında asansörler filan var. Her yer yokuş, her yer merdiven. Mesela biz arabayı şehir merkezine bırakıp yokuş aşağı gezdik, sonra metroya binerek yukarı merkeze döndük. Katedral binası, Bu çok katlı şehir, şehri ve Cenevre gölünü tepeden gören güzel manzaralar da sunuyor.


Beau Rivage Sarayı - Lozan
Lozan sonrası yönünüz artık Kuzey'di. Bern üzerinden geçip Biel isimli şehirde yemek molası verdik. Yediğim - ve muhtemelen yiyeceğim- en pahalı Mc Donalds menüsünü burada yedim diyebilirim :) Biel'de şehir olarak görmeye değer pek bir şeye rastlamadım ama insanların yüzünden huzur aktığını söyleyebilirim. Aslında Basel'e de uğramak istedik ama iş çıkış trafiğine denk geldiğimiz için mümkün olmadı, Basel'e uğramadan otobandan Fransa'ya doğru devam ettik. İsviçre maceramızın bu noktada sonuna gelmiştik.
Fransa için otoban ile ilgili yapmanız gereken bir işlem yok. Bu arada İsviçre yıllık sticker'ı alırım, yazıktır İsviçre'ye giden bir arkadaşıma veririm, koca yılın parasını ödemişim diye düşünüyorsanız unutun, zira sökmeye çalışınca lime lime dağıldı :)
Mulhouse şehri üzerinden Colmar'a doğru ilerledik, Mulhouse'de görmeye değer bir şey olmadığı geri bildirimini birkaç arkadaşımdan aldığımdan burada zaman geçirmedik. Akşam olduğunda yine airbnb ile bulduğum, Colmar merkeze epeyce yakın evimize varmıştık.
Yolculuğumuzun Colmar akşamları çok güzel geçti, evimiz merkeze yakındı, bebekleri bebek arabalarına koyup uyutarak şarap içmeye çıkabildik. Bölgenin şarapları leziz, Le Petite Venice denilen, Colmar'ın şehir merkezi büyüleyici şekilde güzel.
Le Petite Venice



Kaysersberg, Route Des Vins
Colmar'da gündüzü şarap tadımına ve Route des Vins D'alsace köylerine ayırdık. Colmar'dan Strasburg'a uzanan bu yolda köylerin cafelerinde şarabınızı içebilir, dükkanlarda şarap tadarak satın alabilirsiniz. Alsace bölgesi, beyaz ve rose şarapları ile ünlü. Gerçekten içtiğim en güzel şaraplardı diyebilirim. Colmar'a yolunuz düşer ise, en az bir köy görmeden ayrılmayın burdan. Kaysersberg ve Ribeauville benim favorilerim oldu. Mümkün mertebe rotadaki her durağa uğramaya çalıştık. Köylerin daha güzelleri Colmar'a yakın olanlar, yani yolun güneyi kuzeyinden daha güzel. Bir de otobanda değil de eski yolda ilerlerseniz köyler arası geçişlerde, uçcuz bucaksız üzüm bağlarını da görme şansı oluyor. üzümler arasında Muscat ve Pinot blanc aklımda ve damağımda kalanlar. Bölgenin şarap şişeleri de yukarı doğru daralan şekilde tasarlanmış ve bu yasla bir zorunlulukmuş. Yani Fransa'da bir markette şarabın şişesinden Alsace şarabı olduğunu anlıyorsunuz. Keşke daha çok şarap getirseydim dedim dönünce, zira aldığımız iki şişeyi kısa zamanda hüplettik. Bu bölgeden şaraplara özel kadehleri de hatıra veya hediye olarak almak iyi bir fikir olabilir.
Colmar'a doyamadık diyebilirim, hani 2 gün daha olsa kalıp köylerde akşama kadar şarap tadabilirmişim :)



Son gecemiz için Stuttgart'a doğru yola çıkarken günü geçirdiğimiz yer Strasburg oldu. Çok çok güzel bir şehir burası, tarihte takılmış kalmış gibi, tarif et derlerse "sarı" bir şehir derim. Katedralinin örneğini pek görmedim, belki Barcelona'da hala bitmeyen La Sagrada Familia ile karşılaştırılabilir. katedral'de o gün saat çanları çalınmayacaktı, buna gerçekten üzüldüm. Köprüleri, Le Petit France'ı, içinden geçen kanalların cömertliği ile çok güzel bir şehir Strasburg. Çarşısında dolaşmak, nehir kenarında bir kahve içmek, kesinlikle bunları tavsiye ederim.
Mercedes Müzesi'nde Ali ve Alisa


Strasburg gününün akşam üstü kısmı ise Stuttgart'a daha doğrusu BMW ve Mercedes müzelerine kaldı. Fransa'yı arkamıza bırakıp Almanya'nın Stuttgart iline girer girmez soluğu kapanmadan önce bu müzelerde aldık. Gerçekten çok keyifli idi, özellikle Mercedes müzesini tavsiye ederim.
Son akşamımızda merkezde olan otelimizin avantajını kullanıp Weissbeer içerek şehrin meydanında takıldık. Yine son sabahımız da havalimanına gitmeden önce gündüz gözü ile bu şehri biraz gezmek oldu. Turistik olarak spesifik gelinecek bir şehir değil bence, ama eksiği de yok; güzel, sevimli, düzenli ve canlı bir Almanya şehri burası da. Vakti olanlar televizyon kulesini de görmesi güzel olabilir, bizim olmadı.


Atatürk Havalimanı, Temmuz 2017


Ve artık dönüş zamanı..Epeyce uzun, çok gezmeli, bol bebekli, parklarda mesai yaptıran tatilimizin son durağından İstanbul'a döndük. Darısı gelecek tatillere.
Son olarak da, kalbim İsviçre'de kaldı, çok çok çok sevdim bu ülkeyi ben.