14 Haziran 2012 Perşembe

Atina, Atina...

Atina benim yurtdışına ilk çıktığım şehir.

23 yaşındaydım, öğrenciliğe veda etmek üzereydim, hatta Kimya Mühendisi olmuştum bile, yine de kalan birkaç Gıda Müh. dersi sebebi ile hala öğrenci kafasındaydım o zamanlar.

Yasmin ile gidecektik Yunanistan'a. o Selanik tarafında olacaktı, bense Atina'da.

Yasemin, özel sebepleri nedeniyle gelemedi benle ve ben bir gün tam 20 saat otobüs yolculuğu yaparak Atina'ya geldim yalnız başıma. Sabahın körüydü resmen, yolda zencinin birisi dadanmıştı, çok ürkmüştüm bu şehirden. ama uzun sürmedi :) pek de nezih olmayan, daha çok yurt havasına bürünmüş otelime yerleştiğim an, bu şehirde hayat hızla aktı bana. öyle ki, Yasemin'in Atina stajını da ayarladım, o da kalktı geldi sonradan.

her memleketten arkadaşlarımız oldu. gündüz staja gidip, akşamı plajda olduğumuz zamanlar oldu. günübirlik ada gezileri yaptık. Herhalde Türkiye'den sonra en çok hangi ülkenin şehirlerini gördün deseniz, Yunanistan'dır. Adaları, eski başkenti, sahil şehirleri, Selanik...

Gezdik de gezdik biz o sene. yıl 2005'ti. Ben kabuğumdan çıkmış gibiydim. ona ana kadar, kendime ne derece haksızlık ettiğimi anladım ben. Bu yıllar geri gelmeyecekti ve ben kıskançlık gölgesinde harcamıştım güzelim yılları. ama işte 23 yaşımda aklımı başıma getirdi bu şehir. Farklı ülkelerden, kültürlerden tanıdığım bir sürü insan (sanırım 30 kadar farklı insandık toplamda, hepimiz aynı otelde kalıyorduk ve farklı yerlerde çalışıyorduk) hayata bakışımı değiştirdi resmen. Kendimce birçok karar aldım ben o sene, ve şimdi görüyorum ki, uygulamışım.

Yunan dostlarımız da oldu, ama genelde başka ülkelerden arkadaşlarımız vardı. yine de Yunan halkının misafirperverliğine, bize çok benzeyen yaşam biçimlerine hayran olduk. o kadar benimsemiştim ki Yunanlıları, 3 yıl sonra İtalya'ya İtalyanca kursu için gittiğimde, yine gidip Yunanları buldum takılmak için.

Sonrasında bağlar yavaş yavaş koptu tabii. aslında 1 sene sonra yine gittim birkaç günlüğüne Atina'ya. sonra gelenler oldu, İspanya'dan, Almanya'dan, Yunanistan'dan... yine de eminim benim gibi herkesin aklında çok tatlı kaldı o hatıralar.

öyle ya, çok sonraları birbirimizi facebook'ta bulduğumuzda, paylaşılan fotolar altında birkaç cümle ile de olsa buluşuyoruz yine.

hatta facebook'ta şimdi Atina'da olduğumu görüp, anıları canlananlar da oldu.

ben yine Atina'dayım. yarın akşam döneceğim, azcık bile gezmeye vaktim yok, toplantı bitecek ve havalimanına gideceğim. Eski Ayşe olsa birleştiriverirdi haftasonunu takılırdı valla, ama kocişten bir geceden fazla ayrı kalmak istemedim. gerçi ani bir şekilde İzmire gitmesi gerekti onun da, yani İstanbul'a dönünce de kocam olmayacak iki gece :(

işte böyle. olur da 1 saat filan çıkabilirsem dışarı, resim çekerim. ya da belki akşam toplantıya gelenlerle çıkılır, bilemedim.  Neyse ki bildiğim, gezdiğim şehirdeyim, yoksa havaalanı-otel arası takılmak koyabilirdi şu havada :) (iç ses: zaten çok dokunuyor bu durum, çaktırma)

5 Haziran 2012 Salı

Pırlanta takıntısı...

Evet benim pırlanta takıntım var.

Bildiğiniz anlamda değil, çok pis karşıyım ben pırlanta taş olayına.

Öyle her konuda çok duyarlı olduğum söylenemez, hani pırlantanın çıkarılış şekli vs elbette etkiliyor beni, ama tek sebep bu değil.

Ben pırlanta denilen şeyin, bizlere tüketim toplumunun çok sağlam bir dayatması olduğunu düşünüyorum.

Bakın tektaş yüzük filan demiyorum, pırlanta diyorum. Yoksa sembolleşmiş şeyler benim tarzım değil vs triplerinde hiç değilim. Emre'nin evlenme teklifinde tektaş yüzük vardı mesela, ama pırlanta değil. Sağolsun Umutcan, Emre'ye demişti "boşuna paranı harcama, o pırlantaya karşı" diye. O yüzden sevgilim, pırlanta değil ama normal taşlı bir yüzükle geldi bana.

Özellikle sorulmadığı sürece, bunun muhabbetine pek girmem. Tek bildiğim eğer kuyumcu, bu işin ustası değilseniz farkı anlayamazsınız, net!

Emre'nin ablasının nişanımda taktığı pırlanta bir tektaş kolyem var. Yan yana koyuyorum yüzükle ikisini, yok ayıramam. he öyle clearance ı yüksek, bilmem tek parçalar belki parlıyordur, ne bileyim. Ama bizim seviyemizde insanların aldığı yüzükleri ayırmak imkansız.

Peki alındığı anda, değerininin 3'te 1'ini anında kaybeden, anlamayan insanlara sahtesinin yedirilebileceği bir taşa niye bu kadar para harcanıyor?

Hele kadınların kendilerine gelen pırlantaya göre değer gördükleri sanrısı yok mu, beni benden götürüyor. yahu takacaksın bunu, bozdurmayacaksın, öylece duracak bir yüzük için milyar harcanır mı? karşındakinin parası aslında senin paran değil mi?

Sözüm zenginleri bağlamasın, saçacak yer aranıyorsa, çok anlamsız değil.

Ama ben aylık geliri 2000 tl olan bir adamın, gidip bir pırlanta yüzüğe 4000 TL vermesine acıyorum, eleştiriyorum, belki at gözlüğü bu, ama bu da benim fikrim.

Mesela çok yakın bir arkadaşımın annesi, erkek tarafı 5 taş yüzük taksın demiş. Oturup hesap kitap yapıyorlar, 4000 TL'yi de bütçeye katıyorlar. Lan yazık değil mi? İşte adam bir tane almış pırlanta, ikinciyi bari istemeyin, o paraya beyaz eşyalar alınır be. kızcağız da "normal taşlı" al bari, annemlere demeyiz deyince, "olmaz ya hep ya hiç" demiş. he hepin pırlanta olduğunu çünkü Allah, yasa, kitap söylüyor di mi? aynı kişi pırlanta yüzük araya araya artık çok iyi anladığını söyledi, üşenmedim parmağımdakini çıkardım verdim, değer biç dedim, valla benim zirkon taşlı yüzük 1000 dolar ediyormuş, öğrendim :)

Tüketici yönüm oldukça fazla benim. Çabuk gaza gelirim, para harcarım. Ama tükettiğim şeylerin en azından işlevi olmalı bence, telefonsa kullanırsın, tatilse eğlenirsin, yemekse yersin. Ama parmağımda servet taşıyacağım diye, bütçemizden bir yerli araba parası harcatmam. Çünkü o kadar zengin değilim ben. Ne yazık ki, pırlanta yüzüğe bilumum anlamlar yükleyen kızların çoğu da o kadar zengin değil, ve aslında o yüzüğe harcanan para siz "evet" dediğiniz an, ortak bütçenizden çıktı.

Teklifte tek taş, düğünde üç taş (aa dün/bugün/yarın olayı), doğurunca 5 taş (bunun anlamını bilmiyorum)... aha o tek taş parası ile güzel bir tatil yapılır, 3 taş parası ile TVnizi alırsınız, 5 taş parası ise çocuğunuzun odasını kurmaya yeter :)

Yapmayın etmeyin, kendi evimiz, arabamız olsun diye yaşam kalitenizden taviz verip para biriktirmeye çalışanlardansanız, bir ay köşeye 300-400 TL atınca mutlu olanlardansınız; sevgilinize, nişanlınıza, kocanıza pırlanta kötülüğünü etmeyin.



1 Haziran 2012 Cuma

yazı getirdik :)

Ben getirdim valla yazı bu sabah itibari ile.

Hava duyuyor musun, umrumda değilsin, takvim Haziran diyor, seni takmıyorum ben, aloo kime diyorum, düzel artık.

Kocamın şaşkın bakışları arasında çektim üstüme askılı penyemi, ooh free Friday, kot da giyebildiğimiz bir gün, spor ayakkabılar filan, tam bir yaz kadını oluverdim. üzerime olan, yeni aldığım tek kotum kirlide olduğundan, mecburen evlenirken aldığım kotu giydim, yok anam yok, içinde yüzüyorum. Emre'ye "aşkıııım biliyorum çok masraf oldum ama.." diye gider gitmez, "tamam anlaşıldı, bu dukan tekstil firmaları ile anlaşmalı, tek amacı Emrenin paralarını hacılamak, aylardır tüm paramızı süte, yoğurda, ete yatırdığımız yetmedi herife" diye söylendi.

Bu arada sanırım erkeklerin ortak noktası, Fuly'nin şu yazısında p...k diye kullandığı cümlenin çok benzerini her gün duyuyorum, "dukan denilen p..k ocağıma incir ağacı dikti" diye.

Ben Fuly kadar azimli değilim, güçlendirme denilen şeyi yapamıyorum malesef :( dün öğlen waffle yedim mesela, akşam da Hamide ve Fuly yemekten sonra dediler tatlı yicez biz. he iyi tabii, ben bu salatayı keyfimden yedim zaten :) paşa paşa tavul göğsünü de birkaç çatalda indirdim mideye. dukanla iletişime geçmem lazım, haftada bir ödül yemeği az, bari 5 yapaydık şunu ? neyse ama çok güzel bir akşamdı bloggerlarla, insanın okuduğu hayatları dinlemesi bambaşka bir zevkmiş;) daha ayrıntılı bir yazıyı Hamide'cim yazmış bugün zaten.

Bu arada yazın gelmesi ile şirkette yine adım atmaca, GCC günleri başladı. GCC tüm dünyanın katıldığı bir oyun aslında. günlük adım sayılarını giriyorsun, takımını motive ediyorsun ve dünyanın bir noktasından başlayıp (bu sene Londra idi) başka bir noktasına kadar sanal olarak yürüyorsun.

Bugün fark ettim ki, bu sene GCC'nin gönderdiği pedometreler adımları bendekinden daha çok sayıyor, kaptım bir tane hemen. Hemen bakıyorum şu saate kadar 1884 adım atmışım, çok az. günlük adım en az 10.000 olmalı diyor GCC. Geçen sene valla ev arama dönemime geldiydi bu yarışma, tüm takımı sırtlıyordum, günde 20.000 adım ile, o ev senin, bu ev benim, o mobilyacı senin, bu benim gezerken.

Ne yazık ki bu güzel cuma yazısını kesmek zorundayım, devlete mektup yazcam bisürü, çook işim var bugün çook.

Şimdiden güzel hafta sonları...