26 Ağustos 2011 Cuma

Ankara...

Ankara bugün serin, İstanbul gibi hiç değil...

Havada tek bulut yok ama içim ürperiyor, henüz yaz oysa ki.

Ankara'da tek sevdiğim şey sanırım canım dostlarım, onlar burda yaşamasa buraya iş için gelip gitmelerimin hiçbir olumlu yanı olmazdı.

bugün Ankara'dayım, çok değil, öğlene döneceğim yine, hem de bu defa sıcak bir şehir İzmir'e gitmek üzere.

Ankara'da Umut'um var benim, ve şu an damağımda dün bana pişirdiği balığın tadı...

25 Ağustos 2011 Perşembe

iyi günde, kötü günde...

dostlar zor zamanlarda belli olurmuş derler, şu an o kadar iyi anladım ki bunu.

ev yerleştirmek için bir gün belirlemiştim, tüm eşyalarım gelmiş olacaktı ve biz 8 kız hep beraber düzüverecektik evi.

ama evdeki hesaplarım çarşıya uymadı. cumartesi elimde sadece kardeşim ve emre'nin getirdiği koliler ve yerleştirilebilecek bir mutfak vardı. ne yemek takımımı koyacağım konsol, ne yatak odası, ne koltuk bazası, hiçbir şey yoktu.

mecburen iptal ettim bu olayı. iki arkadaşım yine de geldi, sağolsunlar ellerinde bulaşık yıkayıp mutfağı yerleştirdiler. bir tanesi Ankara'da yaşamasına rağmen sağolsun zamanını ayırdı bana. akşamına da onun arabası ile ikea'ya gittik, ıvır zıvır yüklendik. zaten bir gün önce de smokin arayışımızda yardım etmişti eşiyle birlikte.
en çok desteği ise hakikaten zor gün dostu olduğunu bana bir kez daha gösteren, liseden beri arkadaşım olan dostumdan gördüm. onca yoğunluğunun arasında davetiye için ayrı, şeker için ayrı koşturdu. bu yetmiyormuş gibi haftalar önce gelip beyaz eşya yerleştirdi. dün de gece 12'ye kadar eşi onu bunu monte ederken, kızcağız benim yatak odamı silmekle, yemek takımımı yerleştirmekle uğraştı.

ben bugün dostluğun değerini anladım. en çok yardım gördüğüm iki dostumdan birisinin temizliği ankara'da olmuştu ve ben o hafta ateşler içindeydim, çok hastaydım, gidememiştim. diğer dostum da geçen sene evlendi. bir kerecik gittim evine, yerleştirildiği gün, şanslıydı o, tüm eşyaları olduğu için aynı gün yerleştirilmişti dört bir elden her şeyi, öyle çok çabalamadım onun için.

şimdiki aklım olsa, bu iki arkadaşım için canımı dişime takar, daha fazlasını yapardım. kısmetse doğumlarında, taşınmalarında, herkesten önce ben olacağım yanlarında.

insan başına gelmeyince anlamıyormuş bu durumu. hayatımda bilmem kaçıncı kez bir kızkardeşim olmadığına üzüldüm. annemin sağlık durumuna daha çok içerledim ben dün, kadıncağız elinden ne gelirse yaptı, eşyalar geldiğinde bekledi, ev temizlenirken başında durdu, bazen yardım etti, evdeki eşyaları toparladı, zaten ondan dışarda koşturmasını bekleyemezdim ki :( mesela yıllardır çalışmama rağmen bir araba almamış olmama kızdım, oysa ne çok ihtiyacımız oldu, hep birilerinden rica etmek zorunda kaldık. tüm bunların üstüne, akşamları geç kaldığım için sürekli aranmak ekleniyor, bir de eve geç kalmamı istemiyorlar, evde geçirdiğim son zamanlar olduğu için. ama başka seçeneğim yok ki...

neyse yine bunalım bir yazı oldu ama dün geceden kalma yorgunluğun izleri sanırım, bir kahve + top kek çözer durumumu diye düşünüyorum ;)

24 Ağustos 2011 Çarşamba

vee güneş Başak burcunda...

bugün itibari ile başak burçlarının zamanı başlamıştır.

evet ben bir Başak burcuyum, her Başak burcu gibi detaycıyım, takıntılı zamanlarım da yok değil.

burcumun en belirgin özelliğini, "düzeni" almamışım ama artık yükselen denilen şey mi bişiler yaptı, zamanından erken doğduğumdan mı bilmem :)

neyse artık güneş benim burcumda, ve benim burcumdayken çoook güzel günlerim olacak. ve balayı dönüşümde, 23 Eylül'de gidecek güneş benden.

ama ben o arada 1 sene bana yetecek ışını ve enerjiyi depolamış olacağım ki!!

23 Ağustos 2011 Salı

smokin bulunmuştur !

sonunda bulduk, aradığımız smokini bulduk, daha doğrusu yarattık.

damatlık alışverişine gidenler bilir, bir yere girdiğinizde en fazla birkaç çeşit smokin gösterebiliyorlar ama çoğu ardından ekliyor, "siyah bir takımı da smokine çevirebiliriz". ikinci seçenek daha mantıklı, çünkü düğünden sonra götürüp eski haline getirebiliyorsunuz ve normal bir takım elbise olarak kullanılabiliyor, öyle kuyruklu, parlak vs smokin istemeyenler için süper bir olay.

bizim kapısını ilk çaldığımız yer DS Damat oldu, damatlar için ayırdıkları bir köşe vardı. bu arada eklemeden edemeyeceğim, zavallı damatlara üzülüyorum, adı "damat" olan mağazada bile yalnızca bir köşe. biz kızlar gelinlikleri kendimize ayrılan odalarda, perde arkasında bekleyen arkadaşlarımıza sergilerken, önemli hissettirilirken, onlara sadece bir köşe :)

neyse ilgilenenler için kritik not: DS Damat'da %30 indirim var. ellerinde olan 5 smokinden 3 tanesi geri dönüştürülebilir. yine istediğiniz bir siyah takımın yakalarına saten kaplamak ve düğmelerini değiştirmek suretiyle bir damatlık yaratılabiliyor.

sonraki durağımız Sarar oldu, nerdeyse hiç kalmadan kaçtık, pek ilgi alaka da göremedik açıkcası:)

peşinden network, fabrika vs taradık; boyner'e girdik. yine düz birkaç siyah takımı çevirebiliyorlardı ama hiçbiri bizim damatın DS Damat'da denediği gibi oturmadı üzerine.

derkeeeen soluğu İstinye Park'ta aldık. Cacharel'i oldum olası sever sevgilim, orda da bir damatlık denemek istedi. ordaki beyfendinin ilgisi ve bilgisi ile üzerinde jilet gibi duran bir takım yaratıldı, hepimiz bayıldık :)

tüm her yeri taramışken Vakko'yu da ihmal etmedik tabii, elimizde Pronovias'ın gelinlik alışverişi ile verdiği %20'lik bir indirim çeki vardı sonuçta. ancak vakko'da sadece smokin çalışıyorlardı ve hem modeller hem de fiyatlar ağır geldi açıkcası.

bizim damat döndü dolaştı ve dün cachareldeki takım elbiseyi sipariş etti. yanına şık bir kol düğmesi ekledik. beyaz gömleğin düğmeleri siyah ile değiştirilecek, ceket yakası ve düğmeleri satenle kaplanacak. siyah papyonu ise süper durdu :)

bu arada ilave not: damatlıklarda papyon veya eşarp kullanılabiliyor. istenirse içe yelek, kuşak vs ilave ediliyor. bizimkisi bunun üzerinde durmadı bile!

damatlık bakarken değişebilecek pek bir tarafı yok, ceketin yakasına ve arka yırtmacına karar veriyorsunuz, satenini seçiyorsunuz, bir de gömleğin yakasını, düğme rengini filan :) biz klasik yakadan tercih ettik, genelde smokinler şal yaka denilen (yukarıdan kıvrılarak başlayan ve düğme yerinde son bulan) saten yakalar ile yapılıyor. ceketin arka yırtmacını ise tek değil, sağda ve solda iki tane olanlardan seçtik. he bir de gömleğin yakası normal yaka olabilir, yakanın aşağı düşen kısmı olmayabilir veya papyon kumaşının yanlardan görünmesine izin verilebilecek şekilde ata yaka olabilir. fotoğrafçımızın önerisi ile terleme ihtimalini göz önünde bulundurarak iki gömlek alacağımızdan birini normal yaka diğerini ise ata yaka olarak planladık.

aşağıda ilk resim klasik yaka, diğeri ise şal yaka. her ikisinde de ata yaka gömlek kullanılmış.



aşağıdaki resimde ise bahsettiğim, benim yakanın aşağıya düşen kısmı olmayabilir dediğim tarzda gömlek giydirilmiş, bir adı vardı ama hatırlayamıyorum bir türlü :) ceket ise kırlangıç yaka...


bizimkisi kaç aydır omuzlarımı genişleteceğim sonra alacağım smokinimi diyip duruyordu, sanırım iyi oldu bu, çünkü ceker süper oturdu üstüne. zaten 2 günde de teslim ediyorlarmış smokini, ne güzel memleket be, ben gelinliği beklerken bir hal olmuştum :)

22 Ağustos 2011 Pazartesi

işte bu yorgunlukların en güzel tarafı...

düğün hazırlıklarının en keyifli taraflarından biri ne biliyor musunuz?

geçen gece yarısı beyti yedim, her öğleden sonra dondurma yuvarlıyorum en az iki top hem de çikolata soslu, sonra sabahları da kahvaltının üzerine kahve-kek arası veriyorum. ve hala aynı kilodayım, sevdim ben işin bu kısmını :)

vee gelinliğim geldi :)

biraz önce pronovias'ı aradım yine. gelinliğim aslında 10 gün kadar önce gelmiş, tam tahmin ettiğim gibi :)

bana satışı gerçekleştiren personel izinli olduğu için bu bilgiyi alamamışım geçen hafta. kendisi öncesinde de aramış olması gerektiğini söyledi ama beni kimse arayıp sormadı, çok eminim. açıkcası kırıldım biraz, bu kıza bir de referansla gitmiştim ben, ilgi alakası açısından. düşünsenize resmen atlanmış yani- kendileri kabul etmese bile-  ben aramasam bu haftayı da es geçebilirdik, iyi ki didiklemişim. apar topar yarına randevu verdiler, tabii tüm randevu saatleri dolmuştu mesai saati dışı, malum son aranan (pardon arayan) eylül gelini olduğum için:)

neyse önemli olan sonuç: gelinliğim sonunda geldiiiii, yarın giderek (işten nasıl izin alacağım bakalım, ben biraz şehir dışında çalışıyorum da) deneyeceğim üstüme, tek başıma bir prova olacak ama ne yapalım, kimse bana eşlik edemez yarın o saatte.

nisandan beri süren bekleyiş sona erdi, nihayet kavuşuyoruz alfa'm ile yarın :)

21 Ağustos 2011 Pazar

bir kabus vakası :)

cuma akşamı damat beye cicilerini bakmak için, geçen yıldan tecrübeli iki arkadaşımızla birlikte metrocity, istinye park dolaştık. smokin olayı için ayrı bir post yapacağım zaten :) tüm gezme boyunca "hahaha bak benim kıyafetimi 2 günde teslim ediyorlar, senin gelinlik hala yok ortada" diye dalga geçti. gece yorgun argın eve geldim ve uyumam fazla vakit almadı.

rüyamda pronovias arıyordu ( koskoca bir 9 günlük bayram tatilini çıkarınca geriye 9 iş günü gibi bir şey kalıyor nikaha, ama gelinlikten haber bile yok hala) ve gelinliğimin geldiğini söylüyordu, tabii rüyamda bile hoplaya zıplaya   gittim hemen. çalışan bayan gelinliği getiriyor ama benim sipariş ettiğim gelinlikle ilgisi bile yok. benim zarif askılı, drapeli gelinliğim yerine, uzun kollu, tamamen dantelle kaplı bir üstten oluşan (gelinlikte danteli pek sevmiyorum da ) ve de etek kısmı basma etek gibi düşük duran bir gelinlik getirdi. attığım çığlık inanılmaz gerçekti, "bu neee", "ben alfa'yı sipariş ettim" diye bağırdım. kız formu inceliyor ve yapacak bir şey olmadığını söylüyordu. formda alfa yerine alga yazılmıştı. bunda bile altta kalmadım "bir kere bu alga değil, o güzel bir gelinlik, benim tarzımda bir şeydi, bu ne alaka" diye basıyorum yaygarayı. birkaç yakın arkadaşım yanımda ve teselli etmeye çalışıyorlar, bir tanesi benim gelinliğin aynısını 3 günde diktirebileceğini iddia ediyor (ki aynı arkadaş model taklitlerini başarılı bulmadığını söyleyen biridir hep) ama ben öyle hıçkırarak öyle içten ağlıyorum ki anlatamam, resmen nefes alamaz hale geliyorum ağlamaktan.   o salak gelinliği de giyiyorum ama üstüme. gelinlikçi bu gelinliğin ağır dantelinden dolayı daha pahalı olduğunu ama yapılan hatadan dolayı farkı almayacaklarını söylüyor, daha da delleniyorum. püskül gelinliğimle yollara düşüyorum, kendi tarzımda bir gelinlik bulabilmek için.

uyandığımda rüya olmasına çok sevindim, derin bir nefes aldım. evdekilere de anlatmadım, çünkü benden sonra evleneceklerin ve aynı yerden gelinlik alanların gelinliklerinin teslim edildiğini bildiklerinden bana yanlış seçim yaptığımı vurguluyorlar sürekli, uğraşmak istemedim. açıkçası gelinliğimin Türkiye'de olduğuna inanıyorum, aradığımda benimle ilgilenen bayan yıllık izindeydi çünkü ve diğerleri bilgi vermedi, muhtemelen bu pazartesi aranacağım, zaten beklemem ben ararım artık :)

sabah babam kahvaltı sırasında "kızım sen git bir gelinlik bul, yedeğin olsun, bu gelinlikte bir arıza çıkacak" dedi. rüyamdan habersiz babamın bu yorumu karşısında bir şey demedim, diyemedim :)


19 Ağustos 2011 Cuma

şans mı tesadüf mü bilemedim :)

yeni işe başladığım şirket eylül ayında herkesi İspanya'ya götürüyor. evet evet herkesi, çaycı bile dahil.

tam 6 gün barcelona'da olacaklar. gotik barcelona turu, klasik barcelona turu filan yapacaklar. sonra barcelona-osasuna maçına gidecekler nou camp'da. yani hayatında stada adım atmayan bir sürü kişinin ilk izlediği maç bu olacak, belki de son:)

he tarih aralığı mı : 17-23 eylül :) [bizim balayı tarihleri ise takdir edersiniz ki 18-23 eylül]

ben niye yokum? balayında olduğum için. yanarım yanarım da, yıllık iznimi, evlilik iznimi vs vs kullandığım bu arada, insanlar toplantı adı altında gezecekler, izinlerinden gitmeyecek, ceplerinden kuruş gitmeyecek, hem de barcelona'da olacaklar, iş güçten uzak olacaklar.

neyse ki barcelona, öncelerde, elbette maddi olarak beni oldukça sarsan bir tatil vasıtası ile, gördüğüm bir şehir. ama yazdı ve nou camp'da maç izlemek yerine, şöyle bir tur atmıştım;)


bari bizim nikah ile düğün arasına geleydi de, bari aradaki bir haftam kafa izni olurdu belki, böyle önceden yazılmış iznim gitmezdi.

bir şirket bir daha ne zaman böyle bir organizasyon yapar? bence ömrümde bir daha göremem :)

ama napalım, insan bir kerecik de evlenir. vallahi barcelona'ya gidememek falan hikaye de, bu izin olayına çok sıkıldı canım, izin sen şezlong'da uzanırken, diğerleri çalışıyorsa izindir çünkü, ofisin kapıları kilitliyse değil :)

18 Ağustos 2011 Perşembe

hayaldi gerçek oluyor :)

ben seninle ilk başlarda, havalimanlarında değil iş çıkışlarında istiklal'de buluşma ihtimalimizi sevmiştim, hayaldi gerçek oldu :)


ben seninle, birkaç gün sonra başka şehire gideceğin hüznünü yaşamadan, samatya'da denizi seyrederken rakı kadehlerimizi tokuşturma ihtimalimizi sevmiştim, hayaldi gerçek oldu :)



ben seninle galatasaray gol attığında telefonda değil, tribünde birlikte sevinme ihtimalimizi sevmiştim, hayaldi gerçek oldu :) birlikte kombine alma ihtimalimizi sevmiştim, hayaldi gerçek oldu :)



ben seninle akşamları farklı vasıtalara binmeyip, aynı yoldan aynı eve gitme ihtimalimizi sevmiştim, hayaldi gerçek oluyor :)

ben fotoğraf çekmecesi'ne seninle eklenme ihtimalimizi sevmiştim, hayaldi gerçek oluyor :)

ben seninle evimizin salonunda biralarımızı açmış cips yerken, galatasaray'ın deplasman maçını LCD tvmizden birlikte izleme ihtimalimizi sevmiştim. en güzel hayallerimden biri, gerçek oluyor :)

makyaj seçimi

günlük hayatta makyajla arası olan biri değilim.

hatta akşam şirketin bir yemeği var ve ben yine makyaj malzemelerimi evde unuttum. kalemliğimde bir tane göz kalemi vardı, onu çektim ama yok kurtarmadı :)

sizlerin fikirleri de çok önemli benim için, çoğumuz bu yoldan geçmişiz, ya da geçiyoruz.

sarışın sayılabilecek, beyaz tenli biriyim ben, gözlerim de yeşil-mavi arası çiyan bir şey. yaptığım araştırmalar sonucunda, açık tenlilerde koyu makyaj gerektiğini buldum ama diyorum ya doğallıktan yanayım, abartıdan nefret ederim.

aşağıdaki makyaj örneklerini buldum. nikahta takılarımda siyah detaylar olacak, tacımda da, bu sebeple siyah makyaj olabilir diye düşündüm. bu arada not düşeyim, aslında makyajınızı detaylara göre şekillendirmeiyn der uzmanlar, mesela giyilecek elbise rengine göre makyaj yapılmazmış aslında.



düğünde ise sarı detaylarım olacak, el çiçeği, ayakkabı gibi. renkli makyajı sevmiyorum ben. o yüzden bakır veya haki yeşili (ama kesinlikle pastel, renkli görünümde olmayam) olabilir dedim.

makyajdan anlayanların yardımına ihtiyacım vaaaaar :)




sadece 22 gün kaldı ama...

evet sadece 22 gün kaldı.

ama ben çok yorgunum.

artık sabahları yataktan kazıyarak kaldırıyorum kendimi, sanki her tarafım ağrıyor.

fiziksel yorgunluğum üzerine, aksilikler ekleniyor, enerjim düşüyor.

kendimi toplamak ve enerjik olmak istiyorum, mutluyum çünkü ama elimde değil bu.

cumartesi çeyiz yerleştireceğim ama yemek odasının da parçalarını unutmuşlar, tamamlanamadı, konsol yarım yamalak duruyor ortada.

10 günde gelir denilen bulaşık makinesi ortalarda yok, cumartesi kullanmamız lazım ama.

ocağımızı servis takmadığı için, ev sahibi bir adam yolladı, bozuk bu dedi ama açıldığı için değiştiremezdik artık, canım sıkıldı, neyse Emre bir yolunu buldu ve halletti.

gelinliğim de gelmedi, aynı yerden (Pronovias), benden sonra alanlar provalarına bile gittiler, üstelik düğünleri benden sonra.

sadece 22 gün kaldı ama benim tahammül düzeyim düştü sanki. ailemi, emre'yi, arkadaşlarımı kırmaktan ve üzmekten çok korkuyorum :(

sanırım işyeri ile konuşup extra izin isteyeceğim, gerekirse seneye sadece 3-4 gün izin yaparım ama şu an ihtiyacım var benim buna.

kendimi toplamak ve pozitif olmak istiyorum yine.

ve umarım bugün bunu başarabilirim :)

17 Ağustos 2011 Çarşamba

bugün 17 ağustos...

ben hiç unutmadım ki...

geçen sene günlüğümün bir sayfasına yapıştırdığım, parmaklık arkasından bakan ve ölmek üzere olan br yaralının bakışlarını gördüm, tuttum yırttım, görmek istemedim artık, ama hiç unutmadım.

tam 12 sene önce.. dersaneye başlamıştım o gün, ilk günüydü, test vermişlerdi, hani şu yaprak testlerden..

annemler köydeydi, kardeşimle yalnızdık evde. yaprak teste baktım baktım, amaaan dedim saati kurayım da sabah gitmeden çözerim. öyle ya, dersane vardı ertesi gün, o sene öss'ye girecektim.

o yüzden uykumu almıştım gece saat 03:00'de, önce ne olduğunu anlayamadım. o yaşlarda inancım çok daha saftı, kıyamet bu herhalde dedim, başka açıklaması yok. 17 yaşındaydım. yan odadan 15 yaşındaki kardeşim geldi "abla ne oluyor" diye. hani saniye ile ölçülüyor ya, bana çok uzun geldi, tüm bu konuşmaları yaptık çünkü biz. "bilmiyorum ablacım" dedim, "galiba deprem bu abla dedi, banyo sağlam olurmuş, oraya gidelim". banyo eşiğinde bekledik. kardeşim, henüz inşaat olan yan apartmana bakmıştı ilk, sanki üzerime devrilecek gibiydi diye anlatır hep, yıllarca o apartmana bakamadı, aklından silinmedi.

hiç bitmeyecek sandığımız saniyeler tükenince, yere düşen birkaç parçayı kaldırdım. en üst katta evimiz, o sene taşınmıştık. canımızda bir şey olmadığını görünce, annemle babamın uzun yıllar sonra ev sahibi olmanın mutluluğunu yaşadıkları evin tavanlarına, duvarlarına baktım hemen, bir şey yok gibiydi. arkadaki apartmanın çatısını yerde gördüm, camdan bakınca. allahtan bir şey olmamıştı, sadece çatı uçmuştu.

komşular kapıyı çaldı, salak salak iyiyiz dedim. hayat normal devam edecek sandım, yatıp uyuyalım dedim kardeşime. 5 dakika sonra kapı yine çaldı, komşular bu defa kızdılar bana, "giyinin, inin çabuk çocuklar" dediler.

sonrasındaki tv görüntüleri, olanlar, bitenler. birçokları için hayat eskisi gibi olmadı işte.

biz 12 yılda büyüdük, okuduk, çalıştık, aşık olduk, ayrıldık, evlendik belki; ama o saniyelerde ölüp giden çocuklar bunların hiçbirini yaşayamadılar.

o günden sonra hayatımıza "deprem öldürmez, bina öldürür" cümlesi girdi. o günden sonra öğrendik "deprem yönetmeliği" denilen şeyi. ama öncesinde bu bedeli binlerce can ödedi :(


ben hiç unutmadım, hem de hiç...

ve nikah bonibonlarım :)

evet aslında, nikah reçeli hazırlamaya karar vermiştim.

ama bana yapımda yardım edecek kişiler, kavanozların açılma riski, nikaha bunların taşınmasını vs unutma deyip durdular.

uzun günler inat ettim ama sonra hak verdim, sadece düğün değildi bizimkisi, düğün masalarına bırak ve gitsin değildi yani, kolilenecek, üst üste yığılacak ve dağıtılacaktı nikah çıkışında.

hafta sonu kafamda bunlarla eminönü'ne gittim, yine de şöyle bir reçellere baktım. şeker çeşitlerine de göz gezdirirken bonibonlara takılıverdim, rengarenk. karar vermem çok uzun sürmedi, benim minik kavanozlarda pek bir hoş dururlar deyip alıverdim :)

nikah şahidim, yine büyük bir özveri ile minik minik stickerlar hazırlattı. annem renkli olsun istedi bu şekerleri, onu kırmadım, düğünde de kullanacağımdan sarı rengi fazla alıp, sarı, kırmızı ve mor tüller yüklendim ve eve geldim.

kırmızı ince kurdela tükenmiş, arkadaşım moru bulabilmiş, eh sarı elimizde vardı zaten davetiyelerden. kırmızı olanları sonra yapmak üzere ayırdık ve bonibon doldurma ve etiketleme işlemlerini dün akşam itibari ile bitirdik. bu esnada açılan çok kavanoz oldu, reçel ile böyle bir işe girişmediğime şükrettim.

bu arada nikah reçeli fikrinin temiz bir uygulaması için taranis'in şu yazısını okuyun, hazır olduklarndan dökülme riski de yok :)

işte dün, son haline getirdiğimiz numuneler de hazırladık.

davetiye ile güzel bir uyum da yakaladı doğrusu.

veeee birkaç tane sarı kırmızı hazırlanıp süslenmiş nikah bonibonumuz da var, ama onları Aylincimle olan çekimler için ayırdım;)

 
yapımda ve yayında emeği geçen apartman komşularıma ve candostuma teşekkürü borç bilirim.

16 Ağustos 2011 Salı

ben nikah şekerime karar verdim ama...

nikah şekeri malzemelerimi geçen hafta aldım, hatta birkaç tane yaptık bile.

ama bugün bir arkadaşım şunları yolladı, önceden görseydim atlayabilirdim direk :) kır düğünü temasına uygun, papatya şekerler :)


aslında şeytan diyor, bunlardan da al, sapına organze kurdelayı sar, düğünde masalara koy :)

kaynak için : tıktık

Murphy bırak peşimi...

ne demiş Murphy yasaları, eğer bir şeylerin ters gideceği varsa ters gider, ya da terslikler birbirini kovalar, her neyse...

her şey geçen hafta başladı...

buzdolabı mutfağa sığmadı, büyük çabalarla, insan üstü yöntemlerle soktuk içeri.

ocağı bilmem ne kanunlarına uygun değil dolap mesafesi diye bağlamadılar.

çamaşır makinesinin gideri tıkalıymış, sevgilimin çamaşırları evde kokmak üzere.

sonra salonun aynı penceresinin iki parça tülünün birisi yerde sürünüyordu, diğeri iki santim havadaydı (neyse düzelttiler).

telefonuma bir mesaj "18 Eylül 2011 İzmir-Antalya uçağınız 10:15'den 06:15'e alınmıştır". haydaa, bu balayı uçağı ya, izmir-antalya arası direkt tek uçak olduğu için aylaaar öncesinde alıp tik atmıştım bunun için, ben hiç mi uyumucam bu düğünden sonra. aradım iptal ettim. sonra şu ne zamandır biriken millerimle aktarmalı ( İzmir-İstanbul-Antalya) bilet alayım dedim, tam 2 taneyi verdi (sadece vergi ödeme suretiyle), Emre ile teyit ettim, düğmeye bastım ki, mille alınabilen biletler tükenmiş, ederinin 3 misli ödeyerek aldım biletleri.

çok çok basit bir şey olan tv sephasını taşıyan kamyonet kaza yaptı, servise çekildi, bize verdikleri tarihten 3 gün sonra geldi sepha.

çok çok severek aldığım, tasarım aynam, sevgili kardeşim kendisini boş karton kutu sandığı için üzerine basması suretiyle ezildi, aynısını bulamadım.

ayna kırıldığı anda, aksilikler bitmiş olmalı dedim, öyle ya cam kırılınca aksilik biter, nazar çıkar derler...

ama bitmedi... yatak odamızı monte edecek olan yer (tam 1.5 ay önce verdiğim sipariş) aradı ve cuma yerine pazartesi montaj yapabilir miyiz dedi. dellendim, benden anlayış bekliyorlarmış. benim tek hafta sonum bu hafta sonu yerleşmek için, zaten iki hafta sonum yok, sonra da nikah var dedim, zar zor cumartesiye ikna ettim, bu sefer de montajdan önce parayı istediler, hala burnumdan soluyorum.

zaman gittikçe daralıyor, ve beynimde sürekli yapılacaklar listesi dönüp duruyor, hiçbir şey yetişmeyecek gibi. bir de yaptım sandıkların da arıza çıkarıyor.

düğün arabası yapmayı planladığımız arkadaşların kardeşi bizim düğün günü nişan yapmaya karar verdi, şimdi istanbul için gelin arabası planlamamız lazım.

daha eşyalar yanlış gelecek ve geri gidecek korkum var.

imdaaaaaaaaatttt.....

15 Ağustos 2011 Pazartesi

evimizde ilk yaşam izleri :)

cumartesi günü digiturk, tv sephası geldi ve televizyonumuz kuruldu, evde tv sesi olunca gülümseme yayıldı ikimizin de yüzüne. sevgilim evdeki tek koltuğun bir parçasını şimdilik salona aldı, salon koltuğumuz gelene kadar tv izleyebilmek için.

cuma günü ise perdelerimiz gelmişti. birden o bomboş ev sıcacık bir hal aldı. gerçi salon tülünün bir parçasını uzun ve bir parçasını kısa yapmışlardı ama pazar günü düzeltilmiş halde getireceklerini söyleyerek gittiler.

pazar günü ise oldukça yoğun geçti. sevgili kardeşim ve ben bizim işyerinin kamyoneti ile sevgilimin evine gittik ve onun eşyalarını yüklendik. oldukça sıcak olan havada, sinirler gerildi doğrusu, hele oruçlu olan kardeşimin hali daha da acıydı. bunlar tatlı gerginlikler deyip geçtim sonra. eşyaları yeni evimize taşıma kısmında ise daha şanslıydık. bizim perdeciler yamuk yaptıkları tülü getirmişlerdi aynı saatlerde, büyük parça eşyaların da ucundan tuttular, sağolsunlar.

ev şu an dağınık, sadece emre'nin yatacağı odaya yatağını attık ve bu gece o evimizde kaldı. sabah doğalgazı çalıştıramamış, götürdüğüm ütüyü kurup gömleğini ütüleyememiş filan, daha çoook iş var evde :)

evimizde yaşam başladı ama çok güzel bir duygu bu. market alışverişi yaptık, buzdolabımızı sildim ve içine yiyecek yerleştirdim.

hafta içi ise yemek odamız, koltuğumuz ve cuma günü yatak odamız gelecek.

artık bu evde yaşamama az kaldığını iyiden iyiye hissediyorum.

12 Ağustos 2011 Cuma

biz...

herkesin bir tanışma hikayesi var, ama yıllar önce, ama yeni. bizim tanışıklığımızın rengi sarı-kırmızı.

biz yıllardır tanışmıyoruz aslında, emre'yi ilk defa kasım 2009'da gördüm ben. ama aralık 2008'den beri de tanıyorum:)

internette tanışmıştık desem, belki basit algılanır, klasik gelir ama bizimkisi biraz farklı. bir arkadaşlık sitesi değildi, bir forum da değildi, facebook hiç değildi.

2008 yılının eylül ayında facebook'ta galatasaray sözlük açıldı diye bir duyuru gördüm, bugünlerde üye olmadığım bir facebook taraftar grubunun duvarında. nasıl bir yermiş bir bakayım dedim, az yazarlı, sade ve benim renklerimde bu sözlüğü seviverdim, hemen 10 tane entry yazıp gönderdim, üyeliğim birkaç gün içinde onaylandı.

sayımız çok azdı, o sene galatasaray futbol takımı şampiyon olmuştu (bu sözlük açıldı açılalı gün yüzü görmedik ama uğursuzluğumuza inanmaya başladık), yazılar kaliteliydi, bir kadın yazar imla/küfür vs denetlemesi yapıyordu, birkaç zaman içinde ben de bu göreve layık bulundum. o zamanlar yazar sayısı da çok olmadığından neredeyse tüm entryleri okuyor, özen gösteriyordum.  [Not: bu sözlükte halen moderatörlük yapıyorum ve orda tanıdığım herkesi ayrı ayrı çok seviyorum :) ]

bir taraftan da sözlük içinde, başka bir takıma sevdalı olup da muzipçe bizleri kızdırmak için yazı yazan yazarları ayıklamaya çalışıyorduk. işte emre ilk önce bana bunlardan biri gibi geldi, kendisini takibe aldım, sadece basketbol ile ilgili yazıyordu, varsa yoksa nba. kısa zamanda yanıldığımı anladım, galatasaray'ın bir maçı ile ilgili ince bir detayı hatırladığını gördüm bir girisinde. o noktada bir özür borçlu olduğumu düşündüm ve diyaloğumuz başladı.

aylarca sürdü bu, hatta neredeyse yıl. zaman geçtikçe yazışmalarımızın arkadaş gibi olmadığını hissettim, ama izmir'deydi emre ve askere gitmek üzereydi. gitti de, birkaç defa aradı ama aramıza ayrılık giriverdi yine de, hem de başlamadan bitmiş gibiydi.

eylül 2009'da askerden geldi, aradı. burda bahsedemeyeceğim engellerimiz vardı, olamayacak gibiydi ama oldu işte. kasım ayında buluştuk, bir daha ise ayrılık kelimesini ağzımıza bile almadık. ben hissetmiştim onun hayatımda kalıcı olduğunu.

izmir-istanbul mesafesini kısaltmak istedik hep, önümüze çok tatsız durumlar çıktı ama biz direndik. bazen o geldi, bazen ben gittim; ne yazık ki gidip gelmek çok kolay değildi bizim için. beni görenler şaşırıyordu, bu şartlarda ilişkinin gitmesi tuhaf geliyordu ama biz hiçbir zaman "bizim" yüzümüzden tartışmadık.

çok sevdiğim bir ablam "amaaan derdiniz bunlar olsun" demişti. kulağıma küpe ettim hep, bizim bizimle ilgili derdimiz yoktu, bugünler geçecekti.

bazen hüzünle bazen sevgiyle yoğurduk geçen zamanları. emre istanbul'a temelli geldi sonunda, mutluyduk. ama uzun sürmedi, yine dertler geldi ve buldu bizi, ama biz inanmaya devam ettik. çok üzüldük ama asla ben onu üzmedim, ya da o beni üzmedi, sadece hayat bizi üzüyordu hepsi bu.

2011 yılının başlaması ile sihirli bir değnek değdi bize, sanki her şey birden bire düzeliverdi sırayla. etrafımızdaki sevenlerimiz bile şaşırıyordu her şeyin yoluna girmesine.

mart ayında evlenme teklif etti bana, rumelihisarı üstünde, karlı ve fırtınalı bir günde, deli gibi üşürken içimi ısıtan bir akşam yemeğinde. hani yazışırken bir şeylerin özel olduğunu fark ettiğimiz gün var ya, işte o günün üzerinden tam 2 yıl geçmişti :)

nisan ayında aile arasında isteme, söz ve nişanı yaptık. beyaz sadece düğünde giyilir tezinin aksine bembeyaz bir elbise aldım o gün için. bizim duruluğumuza inanmıştım ve "sonunda" demiştim, beyaz giymek istedim.

her şey fazla güzel derken, annecim hastalandı, yine hüzünlere sürüklendik, ama hiç yalnız bırakmadı beni emre. bir taraftan ev ararken, diğer taraftan annemle ilgilendik.

zaten gelinlik, balayı ve fotoğraf olayını daha nişan bile yapmadan anında yoluna koymuştuk.

ben karşılıklı aşk, sevgi ve saygının eninde sonunda galip geleceğine onunla inandım.

işte bu, biz eylül'de evleniyoruz.





11 Ağustos 2011 Perşembe

gelin olmuş gidiyor :)

kendisi ile ilgili post hazırlamak istedim, sevgili taranis için.

sanırım bloğunu 4-5 ay önce görmüştüm. aslında gelin tshirtü ararken google'da rastlamıştım sanırım, pek emin değilim. sayesinde aradığım gelin tshirtünü gördüm, hemen sipariş ettim:)

ben düğün olayıma kadar aktif bir blogger değildim, eski yazılarım da genelde futbol, spor üzerine zaten.

tabii bu aralar yaptıklarımı not etmek için kenara, ve de paylaşmak için yazmaya başladım.

sonra bir gün bir yerlerde 10 eylül yazdığını gördüm, o gün evleniyormuş. bu sene ben 10 eylülde nikah, 17 eylül'de düğün yapacağım:)

eski araba bakıyordu, biz de bakıyorduk. kır düğünü yapacaktı, biz de yapacaktık:)- not: bizim eski araba işi, izmir'de bu konudaki tekel sebebi ile yattı gibi.

bir gün fotoğrafçımı yazdım, taranis'in de fotoğrafçısıymış:) 10 eylül o yüzden doluymuş Aylin.

bugün öğrendim ki, nikah şekeri fikirlerimiz de aynı imiş. sanırım o da ben de farklı bir şey olsun istemiştik. ama ikimiz de google severiz, ikimiz de kır düğünü yapacağız, ikimiz de gidip kavanoz fikrini bulmuşuz.

hiç tanımadığım, görmediğim bir kişiden inanılmaz pozitif elektrik aldım ben.

fotoğrafçımız üst üste iki hafta benzer konsept çekmek zorunda kalacağı için belki tekrar gibi gelebilir ama her iki çiftle de çok eğleneceğinden eminim.

gelin olmuş gidiyor taranis, benden bir hafta önce, hatta resmi olarak aynı gün.

kendisini tesadüflerle sevdim, bilmesini isterim...

nikah şekeri veyaaa...

işte nikah şekerim (ya da belki şeker değildir bilmiyorum) için aldığım ilk malzeme:)

elime kolilerle ulaştı bugün, kardeşimin eminönü esnafı dostları sağolsun...

hafta sonu gelse de yapmaya başlasak şunları;)

yağmurlu bir cuma arefesi:)

Perşembeye cuma arefesi demeyi seviyorum.

şimdi cuma ertesi şeklinde cumartesi denmişse, demek ki cuma önemli bir gün, o zaman cuma arefesi de derim ben arkadaşım:)

hava şakır şakır yağıyor, inanılmaz. ama gece anlamıştım ben, nemden ölecek gibiyken patlayıverdi hava gecenin ortasında. biraz önce camdan dışarıyı çekmeye çalıştım, başarısız, kendimi ve ofisi de birlikte çekiyorum yansıma sebebi ile, yağmurun şiddetini anlatamıyor fotoğraf. valla ben özlemişim bu manzarayı, tamamen camekandan oluşan bir duvarımızdan yağmuru izlemeyi sevdim gibi. ama lütfen yarına kadar dursun :)

bir cuma arefesi, ofiste yapacak çok iş var, zaten bu aralar ciddi bir konsantrasyon problemim var.

tik atılması gerekip de yapamadıklarım omzumda bir yük.

en azından yarım itibariyle davetiyeler geliyor, hepsine kurdela bağlanacak, kına gecesi notları yapıştırılacak ve zarflara konulacak, çok iş var.

nikah şekerini kendimiz yapmaya karar verdik, google'a yazınca çok miktarda çıksa da benim çevremde yapan olmadı, sevdiğim bir fikir, neyse nikahı beklemicem, bir yapayım paylaşacağım sizlerle:) en azından ana malzemesini aldım şekerin, bu da bir şeydir.

dün gittim ayakkabı siparişimi verdim, yapılma süresine 15 gün denilince gerildim, neyse ki prova için veriyorlar benzer bir ayakkabı.

gelinliğim hala gelmedi, yakında nişantaşı pronovias'ı basacağım, nerde yahu benim gelinliğim? :(

henüz duvak olayını da çözemedim, bi diyorum git ve pronovias'tan hallet ama sonra bir kumaşa o kadar para verilmez diyorum, ama eyleme geçmeyi de bir türlü başaramadım.

dün saçlarıma fön çektirdim, akşama sönmüşlerdi. düğünde direk fön çektirmeyi düşünen birisi olarak, buna da canım sıkıldı, sönük mü olacağım yoksa? duvağı tepeden kabarık takacağım ama herhalde idare eder:)

bugün tv sephamız geliyor, yarın perdeler, hafta sonu emre'nin odayı eve taşıyacağız, artık orda yaşayacak.

bu hafta ve haftaya dışında hafta sonum yok, bayram tatili hem düğün hazırlığı hem de ailesel sebepler için istanbul'da değilim, dönüşte de nikah var zaten :) bu 4 günü iyi değerlendirmem lazım.

her şeye rağmen üzerime bir dinginlik çöktü üzerime, garip bir sakinlik var, hayırlısı diyelim... yağmurdan herhalde :)

10 Ağustos 2011 Çarşamba

davetiye yazmaca...

efenim bizim davetiyeler henüz basılmadı, yok bir türlü halledemedik.

davetiyemi, düğün konspetine uygun bir şekilde mimar bir arkadaşım tasarladı. kendisini liseden beri tanırım, unutkandır, hafiften tembeldir de, bayağı vakit aldı haliyle :) eh kızcağızın işleri güçleri de çok çok yoğundu, epeyce bekledim ama beğendim son halini.

metinlerde ufak tefek aksaklıklar vardı. o aşamada liseden beri arkadaşım olan, geçenlerde dolabı yerleştirme maceramda beni yalnız bırakmayan, müstakbel nikah şahidim olaya her zamanki kuralcılığı ile noktayı koydu: bu iş bende artık yeter ama basmamız laızm bunları :)

neyse kendisi ile gittik bizim davetiyelere uygun zarf bulduk (artık davetiyeleri tam zarf ölçüsüne uygun bastırırız dedik). sıkı pazarlıklar sonucu elimizde 600 zarfla döndük, ama nafile zarf sayısının yetersiz olduğunu babamların extra akrabaları ile anladım, zarfçı extra 150 zarf için önceki paranın 3 misli birim fiyat istedi, mecburen verdik.

davetiyeler basılmaya hazır hale gelirken, canım nikah şahidim 3-4 saat harcadı, birkaç görselde sorun çıktı (benim davetiyeler bayağı renkli de). neyse kızcağız sonunda başarmış halde birkaç görseli değiştirerek son hale getirttirdi, matbaacıya da verdi işi.

şimdi basılmalarını bekliyoruz.

o arada boş durmadık tabii. hem annemin hem babamın ayrı birer köyü olduğundan ve bizim köylüleirn hepsi istanbul'da yaşadığından, adetlerimiz gereği hepsine davetiye yazılacaktı. hem istanbul'da hem izmir'de seromoni yapılacağından, burdaki nikah için neyse ki kişi sınırımız yok, yoksa keisn kafayı yerdim.

babam annemin ve kendi köyünün listesi ile çıktı geldi, üzerinde çalıştılar ve 400 küsur kişilik listeleri elime tutuşturdular, ben başladım içi olmayan boş zarfları yazmaya. yaşanan diyaloglar:

- anne x kim yahu? babasının adı y imiş ( inanılmaz ama listede baba isimleri de yazıyor, hani büyükler kendisini tanımasa da babayı tanır diye)
- ay kimdi ya, dur bakayım ( bazen telefonu alıp soruyor filan birilerine)
- heh şeymiş kızım, z teyzenin kardeşi, ay çok yakınımız yazalım.
- anne kim olduğunu hatırlamadığımız adam tanıdık mı yahu?
- ay bir an şey edemedim, yaz sen.

- baba x kim?
- hee boşver onu ya, kızının düğününe çağırmadı o bizi.
 - (annem atlıyor) olmaz, çağıralım, kendi ayıpları o.
- (babam) aman iyi yazın
- ama kimdi yahu bu (garip ben)?
(annem) boşver  kızın sen, napcan ki?
-(ben) doğru banane ki benim nikaha kimin geleceğinden, yazayım bari ben :)

akrabadır, arkadaştır derken bayağı bayağı yazdım. elden ulaşamayacaklarımı gördüğümde (düğünden önce veya sonra) verilmek üzere ayırdım, facebook, mail aracılığı ile bir şeyler yapmaya çalışıyorum.

tek korkum bu telaşta unutulmaması gereken birilerini atlamak, çok çok paniğim bu konuda.

davetiyemin ham halini de paylaşayım, bu bir kitap ayracı:) arkasında ise dümdüz bir yazı ile yer/tarih bilgileri var. asıl halinde birkaç görsel farklı ama genel görünüm bu. sol üstte bir kurdela olacak ve zarflar da üstten geçmeli:)

bu arada ön taraftaki tarih, izmir'deki yemeğin tarihi;  istanbul ve izmir çevremiz için iki farklı davetiye çalıştık bu durumda:)


gelinyolu'nun şirin hediyesi...

Gelinyolu çeyiz dağıtıyor :)


o kadar güzel bir tencere ki, duyurmadan edemedim :)
 
benim olursa, annem kurdelasını bağlar ve götürürüz, aman tanrım üstelik de kırmızı :)
 
http://gelinyolu.blogspot.com/
 

Arda için...



ne yalan diyeyim, 2009 yılında olduğun gibi değildin kalbimde, çok şey değişmişti be Arda...

ama biliyorum ki en büyük talihsizliğin gencecik yaşta, hem de en kötü iki sezonumuda sırtına yüklenen kaptanlık yüküydü.

ben senin gitmeni istedim, çünkü gitmeidğin her gün seni daha az sevmekten korktum.

gittiğini sabah radyoda duydum, tam anlayamadım, hemen çok da sık kullanmadığım mobil internete baktım. galatasaray sözlük'te arda turan için 95 entry yazıldığını görünce, açmaya gerek duymadım, anladım gittiğini.

şimdi biliyorum ki, gittiğin yerde sana olan sevgim hep sabit kalacak, belki artacak.

belki bir gün yuvana geri döneceksin ve biz seni daha çok seveceğiz.

ispanya'da mutlu olursun umarım Arda, sempati duyduğum barcelona yerine altetico madrid'i bile desteklerim belki şimdi, madrid şehrinin betonarme halini sevmesem bile.

biz seni sevdik Arda, bazılarımız benim gibi sana olan sevginin git gide azaldığını fark etti de, içten içe git istedi.

galatasaray için belki pek hayırlı değil, yerli oyuncu kalitesi bir anda düşüverdi. ama galatasaray ruhu için, senin için ve seni seven taraftar için gidişin hayırlı uğurlu olsun Arda.



9 Ağustos 2011 Salı

itina ile dolap yerleştirilir :)

bakmayın güldüğüme, öldük dün yorgunluktan...

biz iki alık, kıç kadar mutfağımıza siemens'in kocaman boyutlarındaki buzdolabını almıştık, ama yerini ölçmüştük, sıkıntı yok demiştik, napalım kira burası, varsın tüm mutfağı kaplasın, bir daha ne zaman değiştireceğiz filan...

dün adamlar dolabı getirmişler, hesap etmediğimiz şeyler sebebi ile mutfak kapısından ucu bile geçmemiş valla.

- sol taraftaki mutfak dolabından geçmesi imkansız
- kapı üste doğru kemer yapıyor, üst taraftan geçmiyor buzdolabı

adamlar, dolabı sökerseniz, alttan yatırarak geçirirsiniz muhtemelen demiş.

akşam geçen sene evlenmiş iki arkadaşımız takımlarla, matkapla geldi, üstelik oruçlulardı, çok mahcup oldum :(

dolabı söktük sol duvardan, ama buzdolabını yatıracak bir alan ne holde var, ne de mutfakta, 4 kişi öldük, bittik ve olmadı geçmiyor, anca kenarları çiziliyor buzdolabının.

aklımdan iki seçenek geçti, ya o kemerleri kırcam ve yeniden yapcam, ya da buzdolabını başka bir yerde kullancam. değiştirmeyi katiyen düşünmüyorum, kiralık eve göre buzdolabı seçemezdim zaten.

bunları düşünürken, tezgah altındaki dolabın geniş olduğunu fark ettim, o dolabın da kapaklarını sökersek, dolabı oranın içine yatırır gibi yapıp, içeri çeker çekmez dikebiliriz diye düşündüm, hepimiz o kadar hırs yapmıştık ki kimse itiraz etmedi, o dolabın da kapakları söktük. önden iki kişi kaldırır gibi yaptı, dolabın içindeki alana uzattı, yukarıyı kurtarıp hoop dik hale getirdik:)

dolap mutfağa sığdı, ama geri çıkabileceğini sanmıyorum :) mutfak dolabı kapaklarını geri taktık ama sol duvardan söktüğümüz dolabı emre istemedi geri takmak, kocaman buzdolabı mutfağımızı iyice miniltmişti çünkü. biz de aldık o dolabı şimdilik balkona atıverdik, napalım:)

nacizane tavsiye; beyaz eşya için sadece duracağı alanı değil, petekler, dolapları, kirişleri, kemerleri her yeri hesaba katın, sonra kucağınızda kilolarca ağırlıkta biz buzdolabı ile kalabilirsiniz bizim gibi :)

dün evimizde ilk yemeği de yedik, dışardan söylediğimiz çorba/dürümler ile. eh çorba için kaşık yoktu, biz de plastik bardağa koyup içtik :)



bizim atletle dolaşan damat yok fotoğrafta ama ben yine de ekleyeyim bunu :)




7 Ağustos 2011 Pazar

damatlık saat :)

bizim damada dün saat bakmaya gittik, hatta bakmakla da kalmadık aldık bile.

damatlık saat için genelde seiko'dan, armani'den alışveriş yapılırmış, bu markalara guess, guess collection vs vs hepsine baktık.

çok ama çok zor beğenen tatlı sevgilim bu saati görür görmez vuruldu resmen ve hemencecik alıverdik biz de. eminönü'nde olmanın dayanılmaz pazarlık gücü ile indirim de yaptırdık epeyce.

saat bakanlara önemli tavsiye, markası, fiyatı, modeli ne olursa olsun adres, doğu bankın arkasındaki, bir ucu da mısır çarşısının başladığı meydana uzanan sokak olmalı. aradığınız modeli bulamamanız imkansız gibi.

sanırım gidiyorum bu evden...

artık "düğün ne zaman?" diye soranlara, "gelecek ay" diyorum.

evet çok az kaldı, aklıma gelince kalbim küt küt atıyor, bazen ağzına kadar dolu bir mutluluk, bazen hafiften bir hüzün, bazen endişe, bazen huzur hissediyorum, tüm duyguları aynı anda yaşayabiliyormuş insan bunu anladım.

dönüp dönüp evin her bir karesine bakıyorum şu an. bir süre sonra buradan bahsederken baba evi diyeceğim muhtemelen, evim derken kendi oturduğum evden bahsedeceğim.

özgürlüğe düşkün birisiyim, ama hep de insanları kıramayan biri oldum ben. bu evde yaşadığım müddetçe, ailesinden oldukça farklı bir birey olarak, hem kendi alanımı yaratmaya çalıştım, hem de beni bugünlere getirmek için maddi manevi hiçbir şeyi esirgemeyen annemi babamı kırmamaya, elimden geldiğince onların da gönüllerini hoş tutmaya çalıştım. akşamları dışardayken, genelde tek benim telefonum çalardı, her evden çıkışımda "geç kalma" öğütünü duydum ben. bazen kızdım, bazen üzüldüm, hatta bazen ağladım, bazen hee deyip geçtim ama bunca seneyi bir şekilde geçirdik işte.

gelecek ay taşınıyorum bu evden. üniversite yılları sırasında yunanistan'da yaptığım 2.5 aylık bir staj ve bir yıllık iznimi harcadığım 3 haftalık bir italyanca kursu dışında, 10 günden fazla uzaklaşmadım ben bu evden.

1998 yılından beri bu evdeyiz. sanki her bir karesi ayaklanacak da anıları anlatacak gibi geliyor şu an. üzerinde oturduğumuz şu koltukları annecimle aldığımız gün geldi aklıma. hele şu çamaşır makinesini, 5 sene önce işe girdiğimde, daha ilk maaşımı bile almadan almış ve anneme hediye etmiştim; gri modeller çok yeniydi, bir havası vardı o zaman, "anne gri olsun, 3 kuruş fazla verelim be" demiştim. yıllar sonra, kendi çamaşır makinemi alırken, diğer eşyalardan ayrı bir yerde duracağını düşünerek, aradaki farka değmez deyip beyaz almam gülümsetiyor şu an beni.

bu evde yalnız kaldığım çok oldu, annemler antalya'da yaz aylarını geçirirken, ben pek hakkını veremesem de çekip çevirdim bu evi.

şu an annemin ıvır zıvırı ile dolu balkonumuzu aktif kullandığımız yıllar oldu. o balkonda üniversite sınavı hazırlığı için çok test çözdüm.

banyomuzu değiştirme hevesimiz de dün gibi aklımda.

odama hiç hoşlanmadığım bu pembe-mavi renkte mobilyaları, öğrenci harçlığımla uygun fiyata bulduğum için aldığım günü de anımsadım, eşyalar geldiğinde duyduğum mutluluğu. babamın daha sonra hem kocaman bir çalışma masası, hem de emektar pc için masa yaptırdığını da. odada iki masa, şifonyer, gardrop, komidinler, ıvır zıvır bir sürü şey var.

şu an taşındığım ev benim bu odamı almaz sanırım. bakıyorum bakıyorum, çekmeceler, dolaplar, benim ıvır zıvırlarımla dolu. şu altına şimdi götüreceğim nevresimlerimi koyduğum masa, eskiden kimya mühendisliği ders kitapları ile dolar taşardı. son yıllarda onların yerini puzzle aldı.

şu an üzerinde ıvır zıvır tabak çanak bulunan masa ise, hep romanlarımla, yabancı dil kitaplarımla doluydu. duvarda asılı kitaplığıma bakıyorum da onu da mı bırakacağım ne? resmen bir hayatı bırakıp, diğerine geçiyorum ve şu an idrak ediyorum bunu.

peki odam ne olacak? çekmecelerimde doldurma kasetler bile var. filmli makine ile çekilmiş fotoğraflar, cdler, bildiğin bir tarih var o odada.

sanırım 1 sene daha bu oda aynen kalacak. ama seneye kardeşim evleniyor ve bu evde yaşayacaklar, o zaman anılarımı kaldırmak zorunda kalacağım ve bu evden benim izim silinecek. şimdilik ailemden odamı tutmalarını istedim, annemle babam yeni evine geçene kadar. bu şekilde alışmam daha kolay olacak, yavaş yavaş gidiyormuşum gibi. geldiğimde odamı bulacağım, garipsemeyeceğim bir süre daha. eh 1 sene içinde de kendi evime alışmış olurum, şu an kadar acıtmaz canımı diye düşünüyorum.

biz 4 kişilik bir aileyiz şu an. 1 ay sonra ben, 1 yıl sonra kardeşim ayrı bir aile olacak. evler değişecek, yerler değişecek. resmen hayatın gerçeklerinin ispatı gibi, çocuklar büyüyor ve yaşamlar değişiyor işte.

canım evim, gidiyorum ama gözlerim doluyor mu şu an doluyor. canım annem, babam ve kardeşim; sizinle geçirdiğim her dakika değerliydi benim için, belki hissettiremedim, belki evin hep aykırı çocuğu oldum. beni okuttuğunuz, eğittiğiniz, iyi bir insan olmam için, kendi ayaklarım üzerimde durmam için yaptığınız tüm fedakarlıklar için size minnettarım. bu evin bir bireyi olmaktan hep gurur duydum ve duymaya da devam edeceğim.

allah hiçbirinizi yanımdan eksik etmesin...

5 Ağustos 2011 Cuma

Faturalardaki isim telaşı...

meğersem evlenmek sadece gelinlik, damatlık almak, evi döşemek, düğün yapmak ve balayına gitmek değilmiş, insan işin içine girince anlıyor.

böyle ıvır zıvır bir sürü iş çıkıyor. mesela eğer ev kiralamışsanız ya da yeni bir ev almışsanız, bir an önce gidip faturaları üzerinize almanız gerekiyor, yasal zorunluluk.

bunun da tabii maddi ve manevi (zaman anlamında) bir bedeli var.

peki ne yapmamız gerekiyor?

elektrik faturasını üzerinize almak istiyorsanız:

- kira kontratının (veya ev tapusunun) bir fotokopisi
- kimlik fotokopisi
- 70 TL depozito
- tesisat no veya eski bir fatura

eğer ikametiniz, yaşayacağınız şehirde değilse, bir ikametgah taşımak da faydalı olabilir, memura da ikametinizi taşınır taşınmaz alacağınızı söylersiniz.

sakın ha, en büyüğü diye taksimdeki bedaş'a gitmeyin, hepsinin bir şube müdürlüğü var, faturanın sağ üstünde yazıyor. mesela bizim ev fatih semti içinde ve buradaki evlere beyazıt meydanına yakın yerde bulunan (vezneciler) bedaş bakıyor.

su faturasını üzerinize almak istiyorsanız:

- kira kontratının (veya ev tapusunun) bir fotokopisi
- kimlik fotokopisi
- 135 TL depozito
- tesisat no veya eski bir fatura

ben bunun için aksaray'daki iski binasına gittim. yine evin bağlı olduğu yere gitmek lazım, iski nin sitesinden bakılabilir.

doğalgaz faturasını üzerinize almak istiyorsanız:

- kira kontratının (veya ev tapusunun) bir fotokopisi
- kimlik fotokopisi
- 311 TL depozito (iki taksit halinde faturaya yansıyor)
- tesisat no veya eski bir fatura

ben vatan caddesindeki igdaş'a gittim, yine evin bağlı olduğu igdaş'a gidilmesi gerekiyor.

doğalgazın bir de gaz açma randevusu olayı var, belgeleri teslim ettikten sonra telefonunuza randevu mesajı geliyor ve bir görevli gelerek gazın kontrolünü yapıyor (bu arada bizim randevu bugündü, annem 3 saattir bekliyor ama gelen giden yokmuş )

en önemlisi, bu fatura olaylarında sizden önceki borcu reddedebiliyorsunuz, bir önceki kiracının içerideki teminatından (depozito) düşebiliyorlar.

bir işi daha halletmiş olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorum şu an.




3 Ağustos 2011 Çarşamba

beyaz eşya sendromu...

biraz gergin miyim? evet kabul ediyorum, gerginim...

annem o adeti uygulayacağım, şuna buna kırmızı kurdela takacağım dediğinde geriliyorum.

etrafımda çok bilmiş birisi "aaa böylesi münasip" dediğinde geriliyorum.

5 yıldır aynı işi yapmama rağmen, işime müdahale edildiğinde ve sırf bu yüzden vakit kaybettiğimde; ve de bu sayede birileri üzerimden prim yaptığında geriliyorum.

babamın davetlilerimiz en fazla şu kadar deyip, bana ona göre sayıda zarf alıdırıp, ekstra 100 kişi çıkarmasına da geriliyorum.

en son, taze gerginliğim ise dün beyaz eşya dükkanında oldu.

modelleri aylar önce seçmiştik, birkaç yerden fiyat da almıştık. ben sonra dedim ki, tuttuğumuz evin ordaki siemens'e gideyim de bitireyim bu işi (üşenmiyorum adres veriyorum: Şehremini'deki Siemens bayii).

görevliye ödeme şeklime göre fiyat soruyorum, pazarlık yapmaya çalışıyorum, en son yapabileceğiniz bu mu filan diye, tepki " işte şu olur ama siz de kafanızdaki parayı söyleyin". e ben kafamdaki parayı söylüyorum:

- "o paraya bulamazsınız"
- "e kardeşim sen bana olabileceği söyle"
- "ama hanfendi siz alıcı değilsiniz"
- "kardeşim gelecek ay evleniyorum"
- "böyle alışveriş yapılmaz, biz otururuz yazarız, siz almaya karar verirseniz son indirimimi yaparım ben"
- "iyi de ben vereceğim parayı bilmeden nasıl alayım"
- "siz başka yerlere de gitmişsiniz, gidiyorsunuz, zaten bu şekilde olmaz, doğru alışveriş yapmayı bilmiyorsunuz,birkaç yerden fiyat alarak bu iş olmaz"
- "allah allah sizden mi öğreneceğim"
- zaten siz alıcı değilsiniz, kafanızda fiyat bile yok"
- "kardeşim alıcıyım, bugün ya da yarın almam lazım"
- "belki alıyorum deseniz ben bir şeyler daha yapacaktım ama şu an almıyorsunuz"
- "gırrrrr"

çok netim, yarısına verse o paranın, adımımı atmam o dükkandan içeri. halbuki ilk girişimde yardımcı birine benziyordu. ama benim ordaki broşüre bakmamı engelleme, yaptığım piyasa araştırması ile dalga geçme, 20 gün önce başka fiyat almama karşılık "o 20 gün önceki fiyat" deme ve benim "haziran temmuz fiyatları aynı" demem üzerine beni bir şey bilmemekle suçlama, ben modelimi broşürden teyit etmeye çalışırken "ben anladım hanfendi bakmanıza gerek yok" demeler vs vs. ha bir de benim vereceğim para onun başını döndürmezmiş, o ne paralar kazanıyormuş, aferin her müşteriye böyle davranırsan gerçekten kaznamaya devam edersin.

ukala satıcıları sevmiyorum. araştırıp gelen, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayan ve ne istediğini bilen müşterilerin de böyle satıcıların işine gelmediğini düşünüyorum. benim "öylesine" uğradığımı düşünen sevgili satıcı, elimde dükkanlarının yerini gösteren haritayı görünce ne düşündü merak ediyorum.

siemens yaptığı satışlardan dolayı ödül vermişti bayiiye, masalarında gördüm. içeri gelen müşteriye yapılan muamale bakımından da "yılın bidonu" ödülüne aday gösteriyorum bu bayiiyi. daha önce alışveriş merkezinde 3 kuruş bile indirim yapamayan ama kibarlığını da bir dakika elinden bırakmayan bayiiler gördüm ben.

bu arada beyaz eşyasını henüz almamış, almayı planlayanlar için bir bilgi. demirören saturn'de 4 gün önce %15 indirim kampanyası bitmiş, dün gittiğimde her şey kendi fiyatındaydı yine. yine de fiyatları şöyle bir topladım, beni kendince küçük görmeye çalışan bayiiden en fazla 150 tl fazlaydı, en azından başım ağrımaz, karşılıklı nezaketle bir alışveriş olur diyordum ki, ordaki bir çalışan 2-3 gün içinde yine %10-%15 indirime gireceklerini söyledi.

e bu durumda bayiilerle pazarlık etmeye bile değmez, 3-4 gün sonra saturn'e bir uğramak lazım, şahsen ben öyle yapacağım.

bu arada yoğun araştırmalarım sonucu karar verdiğim beyaz eşya modelleri:

Siemens'ten:

Buzdolabı: KG 57 NP 72 NE ( derin dondurucusu iki çekmeceli ve alt tarafta; çelik renkte)

Çamaşır makinesi : WM 10 S 461 TR (8kg kapasiteli, beyaz renkte. banyoya koayacağım için renk uyumunu boşverdim, aynı özelliklerde çelik renkte bir makine için ekstra 800-100 TL ödemek lazım)

Bulaşık Makinesi: SN 25 M 882 TR (su tüketimi ortalama seviyede, çelik renkte, en sevdiğim özelliği sie çatal/bıçak sepeti üstte ayrı incecik bir raf, bu rafa sahip ve çelik renkte normal bir fiyata bir tek bu vardı, diğerleri hem 2000 TL üzeri idi)

Ocak: valla çelik renkte, en basitinden set üstü bir tane alacağım, modelini bilmiyorum.

Bosh'tan fırın:

- midi fırın alacaksanız, gri renkte alınabilecek ve düzgün markaya sahip tek fırın : HKP110150F

2 Ağustos 2011 Salı

duygusallardayım...

etrafımda sevdikleri konusunda hassas, duyarlı, kimseyi kırmak istemeyen birisi olarak bilinmemin yanında cadı, hakkını yedirmemek için çata çat kavga eden, çabuk parlayan birisi olduğum da bir gerçek. romantik ise hiç sayılmam.

evlilik arefesinde olduğumdan mıdır nedir ama bir duygusallık çöktü üstüme son zamanlarda. hani bir acıklı hikaye görsem de üzülsem modundayım hep.

dün tv'de yeni başlayan bir diziye gözüm kaydı (ki normalde dizi falan da pek izlemem ben), sanırım adı "reis" idi.

filmde ayşe (aha da adaşım) ve turgay evli, çocuk sahibi değiller ama çok istiyorlar. ayşe bir gün hamile kaldığını fark ediyor, havalara uçuyor, yakın arkadaşı ile izmir'de çığlıklar atıyorlar filan. sonra da turgay'a bu haberi vermek için plan yapılıyor. ayşe mesaide olan kocasının ofisine gidiyor, onu çıkarken görüyor ve takip ediyor, ortak bir arkadaşlarının evine gittiğini fark ediyor. hemen gündüz sevincini paylaştığı arkadaşını arıyor ama o da onu telkin ediyor, evine dönmesini, sadece adamın bir şey danışmak için gitmiş olabileceğini filan söyleyip.

sonra saftirik ayşe eve dönüyor, kocası gelince "sana bir haberim var" diyor. ama kocası da bir şey söyleyecek gibi, ilk sözü kocasına verince, adam başkasına aşık olduğunu açıklıyor. resmen içim eridi, kızacağız hamile olduğunu da söylemedi filan, zaten orda kapattım tv yi.

biliyorum klasik bir türk filmi hikayesi gibi, ama dıştan güzel gittiği sanılan, hatta çiftlerden birinin her şeyi yolunda sandığı bir evlilik resmen bitiyor.

biliyorum sadece bir film ama dünden beri ayşenin yaşlı gözleri aklımdan gitmiyor işte :(

evet son zamanlarda iyiden iyiye hassaslaştım ben.

dilek ağacı

geçenlerde eminönü'ne bir şeyler almaya gittiğimde, anı defteri de baktım. beğenemedim filan. sonra geldim, internette araştırırken, dilek ağacı şeklinde bir konsept olduğunu gördüm. ağacı süslüyorsun, minik minik kurdelalar ve not kağıtları bırakıyorsun, herkes yazacağını oraya yazıp ağaca asıyor, valla çok sevdim bu fikri :)

hatta direk mekanın ağaçlarından birini kullanmamıza mekan sahibi ne der acaba, sonradan sökeceğiz sonuçta :)

1 Ağustos 2011 Pazartesi

let the music play!!

ilk giriş müziği ile birlikte aslında nasıl bir düğün olacağını hisseder konuklar değil mi?

işte düğünümüzde giriş parçası için düşündüklerimiz :)


- Gocce di memoria ( Giorgia) tıktık

Hikayesi: karşı pencere'nin film müziği. emre ile tanışmadan önceki hayatımda ortak olan bir dilde: italyanca. yıllarca birbirimizi bilmeden, İtalyan kültür merkezi'nde italyanca kursuna gitmişiz, tabii o izmir'de ben istanbul'da.

- Rumeli Hisarı'nın Yapılışı (Can Atilla) tıktık

Hikayesi: istiklalde oldukça fazla zaman geçiriyoruz, bir keresinde nişanlıma "yahu ne güzel melodi bu" demiştim, onaylamıştı, giriş parçası olabilir demiştik ama adını bilmiyoruz tabii. sonrasında bir gün teknosa'dan çıkıyoruz, kocaman tv ektanlarında gördük klibi, böylece parçanın adını da öğrendik.

- Stay with me ( Goran Karan) tıktık

Hikayesi: oldum olası seviyorum bu parçayı:)


veee ilk dans için :

birazcık hareketli olsun dedik ve şu şarkıyı çok sevimli bulduk (ilk etapta dans edilmez gibi görünüyor ama ediliyor, denedik:)) bu şarkı cesaretin var mı aşka dizisinin müziği idi. aslında 2010 yılı yapımı ama sanki 70'lerden fırlamış gibi :)

- seve seve ölürüm ( Jehan Barbur) tıktık

diğer bir alternatif ise bu parça. kendisinin bizde yeri ayrı, emre askerden geldiğinde, ama istanbul'a gelemediğinde çıkmıştı bu şarkı, bir sonbahardı, tam iki sene önce. evlenme teklifini de "hoşgeldin" temalı bir şiirle almıştım ben, o yüzden bu şarkıyı seviyoruz. tek sıkıntım biraz fazla slow:

- hoşgeldin (Sezen Aksu) tıktık


vee pasta müzikleri:

geçen sene şu şarkıda, emrenin bir arkadaşının evinde deli gibi dans etmiştik ve çok eğlenmiştik, bu neşeli günü getirebilir aklımıza diye düşündük:

- Disco boy (Shantel) tıktık

ya da yine karşı pencere filminden, italyanca keyifli bir müzik, yine de daha hareketli bir müzik daha iyi olabilir, bu şarkıyı çok sevmeme rağmen.

- Ma che freddo fa (Nada) tıktık 


ay sonu izmir'e gideceğiz ve dj e parçaları bildireceğiz, artık karar vermemiz gerekiyor sanki.)

takıp takıştırmaca

eveeeet, karar verilmesi gereken bir konu daha: nikah ve düğünde, gelinlikle beraber takılacaklar

oldum olsa gelinliğimle inci takarım diye düşünmüştüm ama nedense evlilik hazırlıkları esnasında insan değişik fikirler sahibi oluyor.

düğünde sarı ayakkabı kullanacağımı şurada yazmıştım. el buketim elbette bu ayakabbılarla uyumlu olacak ancak çiçeği düğün esnasında bıraktığımızı düşünürsek belki sarı taşlı sade bir kolye de olabilir diye düşündüm:





ya da direk tektaş bir kolye de olabilir, taca uydurabilmek açısından. inci ise hale gündemimde ama kesin kararımı veremedim.

karar verdiğim kısım ise nikah takılarım, annemin nişanımda taktığı siyah beyaz taşlı bileklik, kolye ve de uyum sağlaması açısından üzeri taş işli siyah bir taç seçtim.

bir kez daha anladım ki, netleşmeyen her detay beni daha da strese sokuyor, bir an önce netleştirmem gereken bir konu daha işte.