31 Ocak 2012 Salı

iş, güç ve kar arasında...

soğuk bir gün brrr...

dün de bugün de sabahları "gitmesem mi" deyip, işe geldim, az nüfusla iş yaptık ofiste, erken çıktık, konsantrasyon sıfır yani, her an TEM kenarındaki bu plazalarda mahsur kalma korkusu içimize, herhalde bugün de erken çıkarız.

bu hafta sonu, hafta içi yiyeceğimiz her şeyi pişirdim, sanırım bu işin en kolayı bu dostlar. sıfır stres oluyorum eve gidince. tamam taze yemeğin yerini tutmuyor ama napıyım :(

diyeti birazcık bozdum hafta sonu. bir tane sigara böreği, 2 kadeh şarap ile.  tamam dün de azcık bozdum
 :( :( ama eskisi kadar yemediğim bir gerçek. mesela dün akşam güzel bir pilav yapmışım, dayanamadım, 1 kaşık alıverdim, o kadarcık.

dün annemlerin tartıya çıktım, geçen pazara göre 1 kilo eksiğim, Allah bereket versin. Annemler de bu karda kışta köye gittiler, köyden komşuları yaşlı bir amcanın cenazesine. Allah rahmet eylesin, çok severdim çoluk çocuğu olmayan, cenazemiz olursa gelin diyen bu amcayı. işte tam da o yüzden annemi durduramadım, halbuki hastalıktan yeni çıkmıştı yine :( ne diyeyim, Allah insanı yalnız yaşlandırmasın, çok zor, çok.

Akşam Umutcanım gelecek Ankara'dan... umarım seferler filan iptal olmaz da gelebilir. özledim zira, yine 1 ay oldu görüşmeyeli...

o zaman çalışmaya devam, sadece arabaların ve beyazın göründüğü TEM manzaralı ofisimde...

27 Ocak 2012 Cuma

karlı bir günde, diyetin 5. günü

Dün akşam bir mail geldi. "Bilgisayarlarınızı yanınıza alın ve hava koşulları elvermezse evden çalışın". Akşam da Galatasaray'ın euroleuge maçını seyrederken (neyse ki uzadı muzadı ama 1 sayı ile aldık) "yarın işe gitmeyebilirim, yuppii" duygularındaydım.


Biliyorum içinizde, o zaman bu evdedir diyorsanız, yanılıyorsunuz, kalktım geldim, yollar açıktı, numara yapamadım. he gelmeyen bir sürü insan var, çok can sıkıcı ama napalım.

hava buz gibi, salep içesi var herkesin ama ben yine şiddetle karşı çıktım, irademi kullandım.

öğle yemeğinde de haydee, Foruma tantuni yemeye gidiyoruz dediler, istifimi bozmadım, aşağıdan salata söyledim :)

ama nereye kadar bilmiyorum :(

şu ana kadar mideme girenler : 1 bardak süt + mısır gevreği + ufak bir muz +  4 altınbaşak bisküvi + peynirli salata

bari servisler erken kalksa da gitsek...

26 Ocak 2012 Perşembe

Türk futbolunda bir dönemeç...

Bugün TFF'de bir kongre var.

Sebep malum, Temmuz 2011'den beri Türk futbolunun ortasına oturmuş olan şike olayı.

Futbol sadece futbol olmayalı çoook zaman oldu, çook. yayın geliri denilen şey, kocaman bir gerçek olarak hayatımızda. hal böyle olunca, etik kurul karar vermişmiş, yok kanıtlar var, yok telefonlar dinlenilmiş, hiçbir şey para etmez.

Nisan ayında kabul edilen bir yasa vardı, sporda şiddet yasası. Bu yasaya öyle maddeler koymuşlar ki, hani adam öldürmekle eşdeğer olmuş bu şike olayı. hoş bu ülkede, yumurta fırlattığı için, fikrini savunduğu için hapiste olan öğrenciler var, kanunları irdelemeye kalksak (ki haddim değil, hukukçu değilim) neler çıkar neler. özetle, ben yasanın yumuşatılmasına çok da tepki vermedim, ilk büyük örnekte uygulanabilirliğinin ne kadar zayıf olduğu görüldü hepsi bu. keşke bir şeyler yasalaşırken, Türkiye'nin gerçekleri de göz önüne alınsa en başında...

Bu ülkede, futbolda şike yapıldı, hep yapıldı. Ama bu bir savunma olamaz. Sonuçta kabul edilen bir yasa, onun kapsadığı döneme ait yapılan araştırmalar, bu yasadan haberdar yöneticiler, açılan bir dava var. yani artık bu konu "ortada".

Bir kere, bu davada tek yargılananlar Fenerbahçe kulübü ile ilintili kişiler değil. Birçok kulübün daha adı geçiyor. Galatasaray'ın adının geçmesi için oldukça çaba harcandı ama olmadı işte, eğer Galatasaray'ı da katmayı başarabilselerdi, her şey çok kolay olacaktı. ama olmadı, geçen sene bize kafamızı yerlerden yere vurduran Galatasaray ligi 7. bitirmiş ve bu işlere bulaşmamıştı işte.

İlk önce yasa değiştirildi, eyvallah dendi. Aydınlar, Galatasaray'ın adının geçtiği anda "aa geriye dönük de işlem yaparız, kupalarını alırız" deme gafletinde bile bulundu, baktı yine olmadı.

Şu anda en büyük hata Fenerbahçe kimliği ayan beyan ortada olan bu adamın Temmuz ayından beri bir olayı "yönetememesi" ne şahit olmak. sonuçta Fenerbahçesini korumaya çalıştı, UEFA'dan azar işittiği an, adı yine soruşturmada geçen Trabzonspor CL'ye katıldı, bu defa Fenerbahçe ile ortaklığı da bitti, yapayalnız kaldı. "ben varken Fenerbahçe küme düşemez" dediği de dedikodular arasında. bu sebeple Fenerin transferlerini rahatça yapabilmeye başladığı konuşuluyor.

Hal böyle giderken, yayıncı kuruluş kıyametleri kopardı tabii. Bizim TFF de UEFA'nın yaptırımlarını göze alıp, para hesaplarınıön plana aldı. Kılıf da çok güzel "UEFA bizim işimize karışamaz". Yok ya?

Bugün bir kongre var TFF'de. "bir defaya mahsus af" ve "puan silme" gündemde. Fenerbahçe "bir puanımız silinsin, ligden çekiliriz" diyor. TFF küme düşürmeyi göze alamıyor, para kaybedecek, ama karşısında da rest var.yani ceza verilmemesi lazım, eğer yayın gelirinin akması isteniyorsa, e bu da zor, oluşmuş bir kamuoyu var.

Fenerbahçe niye sadece bizim ismimiz geçiyor diye kıvranıyor, e haklılar, bir sürü kulüp daha var. ama Fenerbahçe'de de bir üzerine alınma durumu mevcut. Yoksa Galatasaray'ın "sürecin adil işlemesi, UEFA'nın yaptırımlarının hatırlatılması" tarzındaki her yazıyı, "direk üzerilerine alınıp", resmi siteden açıklama yapmazlardı.

Bu iş ciddi bir kördüğüm oldu. Çözebilen beri gelsin. Ama şu bir gerçek ki, işin içinde iş var, bunlar niye oldu, önce de vardı sorularını bir kenara bırakıp, olan bitene bakmak lazım. madde değiştirmeleri, bir defaya mahsus uygulamalarla günü ve paracıkları kurtarmak ülkemiz açısından ciddi prestij kaybı.

Bizim bir basketbolcu başka basketbolcunun formasını giyip "hazırlık" maçı oynadığında bile, Galatasaray'ın küme düşürülmesi gerekir diye savunmuştum. ki bu olan bitenlerin yanında çok masum. bu olay sonucunda suyun karşı tarafı ayağa kalkmıştı ve Galatasaray'dan öyle bir puan silinmişti ki, kibarca küme düşürülmüştü resmen. O sene o takım ayakta kaldı, düşmemeye oynadı, arındı ve geçen sene küllerinden doğdu.

Beyaz sayfa açılması isteniyorsa, ortada bir suç varsa, cezası kurallara uygun olmalı, bitti. Puan silseniz ne olacak, küme düşürseniz ne olacak? Sonuçta gerçekler değişmiyor ve tarihte yerini alacak.

Unutmamak lazım ki "suçlular" affedilir. Ve eğer bir taraftar takımının suçsuz olduğuna inanıyorsa, bunu kabul etmez, haklılar. yok suçlu olduğunu düşünüyorsa da bu durumu ezik bulur, cezamız neyse o der. çünkü taraftar denilen şey, ranttan, gelirden, endüstriyel futboldan anlamaz. her ne kadar aldığı formalar, biletler ile buna katkıda bulunsa da.

25 Ocak 2012 Çarşamba

diyette 3. gün- iglo balık

sanırım en zoru ilk gündü. şu anda alıştım gibi :)

hele dünü oldukça az miktarda kalori ile kapattığımı görünce, çook mutlu oldum vallahi. gerçi yediklerim listesine bakınca, asıl yoğunluğun akşamda olduğunu gördüm. demek ki, ara öğün yapmam ve akşam yemeğine çok aç oturmamam lazım.

elimde yeşil çayımla size akşam menümüzü yazmak istiyorum.

malum obur bir kocam var, ben diyete girmişim, amacım ona da hafif yedirmekti. ancak bir yakınımıza kan vermeye gitti eşim, karnınızı doyurun gelin diye geri yollamışlar, dayanamadım ve ona aşağıdakilere extra olarak 2 avuç kuru üzüm, 2 tabak makarna  ve 1 bardak vişne suyu verdim.

işte menümüz :

İglo, buharda Çupra, çıkan iki filetodan bir adet Emre'ye bir adet bana
Şehriye çorbası
Çoban salata

burda İglo Balık ürününe ayrı bir parantez açmak istiyorum. Bir Gıda Mühendisi olarak, çalışan hanımların, elbette doğallıktan pek de uzaklaşmayarak hazır gıda sektörünün onlara sunduğu nimetleri göz ardı etmemesi gerektiğini düşünüyorum. ve bilgilerime dayanarak, hazır gıdalar arasında katkı maddesi içerenler, konserveler, kurutulmuş gıdalar dahil olmak üzere, en sağlıklısının dondurulmuş ürünler olduğunu düşünüyorum. elbette saklama ve hazırlama koşullarına uyulduğu takdirde.

İglonun daha önce çıtır balıklarını denemiş, pek memnun kalmamıştım. ama bu taze halinde marine edilip dondurulmuşları hakkaten başka. daha önce Akdeniz Levreği'ni denemiştim, açıkcası o Çupra'dan da başarılı idi, ama Çupra da çok iyi.

Pişirmesi çok kolay, kalorisi az, katkı maddesi yok, kılçık yok, lezzeti de yerinde.

tek yapmanız gereken, vakumlu poşetteki balığı kaynayan su içerisine atmak ve 14 dakika beklemek. sonra poşeti alın, poşetin üst tarafını keserek, sosu ile birlikte tabağa alın. hepsi bu kadar. içerisinden iki adet fileto çıkıyor, tabağın yanına garnitür, spagetti vs gibi şeyler koyarak herbir filetoyu bir öğün haline getirebilirsiniz.

şu siteye bir göz atın derim :

http://www.igloturk.com/deniz_urunleri.asp

yaşasın pratiklik, yaşasın balık yemek :)

23 Ocak 2012 Pazartesi

yine mi kilo :(

daha önce bahsetmiştim bir yerlerde, geçen sene ekim ayından mart ayına kadar diyet yaptım ben. yani buna pek diyet denemez, artık iflah olamaz hale gelmiş midemi azıcık küçültmek diyelim.

peki nasıl karar vermiştim? elbette tartıda kilomu 65 nokta küsür görünce. sanırım 2010 yılı Ekim ayı idi. acaba bir gün boyunca ne yiyorum deidm kendi kendime, oldum olası oburum, asla paketi bitirmeden bırakmam, ikramları kaçırmam, ne yediğimi unutacak kadar çeşit yerim tüm gün.

neyse işte, ben oturdum ve yazdım yediklerimi. hazır gıdaların kalorilerini etiketlerinden, diğerlerini de internetten araştırıp ilk etapta yazdım. tablo dehşetti ! ihtiyacım olan enerjinin tam 1000 kalori fazlasını almıştım tüm gün. üstelik alkol almadığım, çok abur cubur yemeye fırsat bulamadığım hafta içi bir gün!

deidm Ayşe böyle olmayacak. yazmaya devam ettim, az az da yediklerimi azalttım. önce beyaz ekmek yerine kepek ekmeği, sonra mümkün olduğu kadar az beyaz ekmek, şekeri tamamen bırak vs izledi sırası ile. kaloriyi, almam gerekenin biraz altına, abartmadan ve aç kalmadan düşürdüm, bir taraftan da yeşil çay denilen iğrenç şeyi ve suyu ihmal etmedim tabii. tablo gayet iyi idi valla, yılbaşına tam 6 kilo vererek girdim.

sonraki süreçte de evlilik hazırlıkları vs olduğundan, koşturmaktan kilo almadım. bazıları kilo veriyor ama yok ben anca koruyabildim, çünkü rejimi bırakmıştım, yiyordum artık.

eylül ayında evlendiğimde, kilom oldukça muntazamdı. gelinlikli resimlerime baktıkça iyi ki kilo vermişim dedim.

sonra evlilik geldi çattı. Emre akşamları cips, jelibon, gazlı içecek, tatlı.. asla bunlarsız olmuyor. bence yemeyi çok sevdiğim dönemlerde bile pek yemezdim akşamları abur cubur. ama birisi yanımda yerse, olay bende o noktada kopar, önüme konulan şeyi yerim, affetmem.

kilo aldığımı fark ettim fark etmesine, kulak asmadım, yedim de yedim. etrafımda herkes çok kilo aldın deyip duruyordu, hafiften canım sıkılıyordu ama umursamayıp yiyordum yine. arada fuly'e özenip, dukan diyetimi yapsam acaba derken bile lahmacun yiyordum mesela.

peki dün ne oldu? annemlerdeki tartı 67.2 kg'ı gösterdi, yani geçen sene 65 çıktım diye ortalığı birbirine katıp rejime sokan tartı!!

evet kabus geri döndü. rejim yapmam lazım. üstelik bu sefer daha acı bu öyle 6 ay dikkat, 6 ay kiloları geri al, diğer 6 ay yine ver şeklinde olmayacak :(

allahım yemek yemeyi niye bu kadar çok seviyorum, niye ya niye?

biliyorum hayat tarzımı değiştirmedikçe, her geçen yıl en az 5 kiloyu sabitleyerek devam edeceğim. bir gün bebek filan düşünürsek, herhalde tüm arkadaşlarım beni yerde top niyetine yuvarlayacak.

eveet ilk günü rejimimin, mutsuzum, karnım aç.

yediklerimi aha da yazdım :

nesfit, süt, kahve, şekersiz çay, çöp şiş (valla ekmeksiz, lavaşssız), mercimek çorbası, ayran, cracks bisküvi, portakal suyu

böyle diyet mi olur demeyin. normal zamanımda bunlara, bir paket biskrem, en az 5 dilim ekmek (kahvaltı ve öğlen), tatlı vs ekleniyor.

yine de şöyle bir baktım da, akşam az yemem lazım.
ooof offf..

19 Ocak 2012 Perşembe

eyvah yağlı saç!!

incecik, sanki otursam tellerini sayacağım kadar az ve hacimden bihaber yıkadığımın ertesi güne yağlanan saçlarım var.

2007 senesinde, kızıl saçlarımdan kendi rengime dönmeye çalışırken kuaför sağolsun saçlarımı cayır cayır yakmıştı, böyle kıl kuyruk, besleme, çalı süpürgesi kıvamında olmuştu saçlarım. sonrasında düzeltmek için çektiklerimi bir ben bilirim, bir de inatla o kuaföre gitmeye devam eden apartmandaki arkadaşım Serpil :)

o zaman bir söz verdim, Allahım dedim "artık söylenmeyeceğim, yeter ki yine yağlansın, sağlıklı olsun, ben her gün yıkarım" dedim, evet bunu yaptım. çok çaresizdim, bir hafta yıkamasam yine de kupkuruydu saçlarım.

sonra saçımı eski haline getirene kadar çook uğraştım (bakın bu ayrı bir post konusu, bir gün yazayım).

neyse dualarım tuttu. saçlaırm yine sağlığına kavuştu, yağlanmaya başladı, artık pek söylenmiyorum ama içten içe bu hacimsizlikten, bu sabaha "eh işte", akşama "aa saçını yıkamamış" halimden memnun değilim elbette. yazın yine sorun değil de, kışın soğukta her gün uğraş bayağı mesele benim için. üstelik bu saçları öyle akşamdan yıkayıp yatamam, sabah yıkayacağım ki sabah abidik gübidik bir şekille karşıma çıkmasın, ya da akşam erken yıkamam ve kendileirni kurutup yatmadan önce 3-4 saat durmam lazım, dert işte.

peki ben ne yapıyorum, baktım ki sabah yıkayamıyorum, geliyorum işe, giriyorum burdaki kuaföre, hem yıkatıp hem fön çektiriyorum.

e fön çektirdikçe iyice yağlanmaya başladı, artık akşama iyice iğrenç oluyor :(

bu sorunla mücadele etmeye karar verdim en sonunda.

işte araştırmalarım sonucu bulduğum 3 şampuan :

- Pantene Ağırlaştırmayan Bakım (Şeffaf şişede, eskiden kullanmıştım, pek işe yaramadı, ama yine de aldım bir tane şimdi)

- Sebamed Kepeğe Karşı Etkili Yağlı Saçlar için (şu an bunu kullanıyorum)

- Avon Yağlı Saçlar için Hacim Verici Şampuan (bundan da aldım, depoladım)

- Otacı Isırgan Otlu Şampuan Yağlı Saçlar

Bunların dışında bir de Ketoral var, ama o bir beşeri ilaç, SGK bile geri ödüyor :) kepeklenme ve dermatitlerde kullanılıyor, balayında başıma gelen alerji durumunda doktorum vermişti. her gün yüzümü, vücudumu  ve saçımı (saç diplerimde de alerji vardı da) yıkıyordum,. hakkaten yağlandırmıyor, şimdi ayda birkaç kez kullanıyorum ama sağlıklı bir uygulama değil elbette, sonuçta içerisinde etken madde var.

Bu ürünleri önümüzdeki aylarda sırası ile birer ay deneyeceğim ve sonuçlarına göre bir tercihte bulunacağım.

not : Şu an kullandığım Sebamed ile ikinci günün akşamını zorluyorum, sanki çok kötü değil durum :)

bu arada, acil durumlar için yağlı saçlarda kullanılan şöyle bir öneri de var. akşamdan (ertesi günü yağlanacağından emin olduğunuz ) saçınıza talk pudrasını serpiştiriyorsunuz, sabah kalktığınızda pudranın beyalzığı gitmiş oluyor, saçınız yağlansa bile dışarı yağlı görüntüsü vermiyor, ama sizin ağır ve yapış yupuş hissetmenizi engellemiyor bu durum.

diğer bir öneri ise bildiğiniz kozmetik pudra. bunu da eğer saçlarınızın rengi kumral filansa yapabilirsiniz, çıkmadan önce kötü göründüğünü düşündüğünüz saçınıza sürüyorsunuz ve yine yağlı görünümden kurtuluyorsunuz.

her iki yöntemi de denemedim, benim derdim zaten yağlı hissetmemek, hacimli saçlara sahip olmak :(

başka önerileri olanlara açığım bu konuda elbette...

18 Ocak 2012 Çarşamba

evlenirken saçıma ne taksam?

gelin olanlar / olacaklar bilirler, insan evlenirken, herbir ayrıntı ama herbir ayrıntı nasıl önemli hale geliyor.

normalde, aman duvak var tepede der insan belki ama tören tarihi  yaklaştıkça "acaba bir aksesuar hoş durur muydu?", "ay ne hoş tüylü tokalar var", "ama gelin dediğin de taçlı olmalı ya" şeklinde beyin kemiren düşünceler gelivermişti bana.

yola ilk önce nikahta uzun saç, düğünde küt saç sloganı ile çıktığımdan, uzun süre kısa saçla kullanılabilecek şöyle güzel ama sade bir taç aradım, küt saçla takılacağı için, topuz için yapılanlar dar geliyor, takınca taşların arası açılıyordu. Hayalimdeki şu aşağıdaki gibi bir şeydi :



Dağınık topuzumla ise, aşağıdaki gibi bir bant bulmaya çalıştım önce :


pronovias, beyaz butik, ya da herhangi bir gelinlik mağazasındaki aksesuarlar çok pahalı geldi bana.

soluğu eminönü'nde aldım. iki tane taç aldım, bir tanesi direk defolu çıktı (denemeye izin vermiyorlardı), diğeri de topuz içindi sanki,  içime sinmedi sonradan.

sonra yine Eminönü'nde Selinconla gezerken, bir mağazada çok kaliteli şeylere rastladık, çalışan kız da tanıdık çıktı. Diğer Eminönü mallarına göre oldukça kaliteli, taraklı tokalar vardı burda. Hemen iki tane aldım, bir tanesi çiçek şeklinde, topuz için; diğeri ise yandan takılacak bir toka havasındaydı.

bu işi halletmenin rahatlığı ile başka konulara daldım tabii.

nikahım geldi geçti, düğün için yola çıkacağım gün izinliyim. Balayı için birkaç parça alayım demiştim. sonra kestirmekten vazgeçtiğim saçlarıma lastik toka alayım diye bir aksesuarcıya girdim. girer girmez gözüme, üzeri tüylerle kaplı bir taç çarptı, benim için fazla frapandı, ama böyle bir aksesuarcıda bu tarz şeyler olması da şaşırttı beni.

kıza sordum ve üst katta gelin aksesuarları var dedi, çok şaşırdım, merakla yukarı çıktım ve beyaz şapkalı, tüllü, tüylü aksesuarlara bayıldım resmen. kız bana genelde düğünlerde duvak tercih etmeyen, ya da duvağını çıkarınca kafası boş kalsın istemeyen gelinler alıyor bizden bunları dedi, evet ya işte bu bendim aslında :)
fiyatlara gelince, normalde bir butikten bu tarz aksesuarları almanın en az 150 TL olduğunu düşününce, buna 42 TL bana çok gelmedi, bayılarak aldım en beğendiğimi ve düğünden önceki son vaktimde böyle bir şey bulmak beni çook mutlu etti.

fiyattan bahsedince, Eminönü'nde bahsettiğim taçları 10 TL, yine anlattığım daha kaliteli tokaları ise 25 TL gibi bir fiyata bulabiliyorsunuz.

ilk aldığım tacı da değerlendirdim ben, işte kına gecemde :)


Nikahımda tokaya yakın pozu atlamışız, sanki bir yerlerde görmüştüm ama bulamadım şimdi :) topuzun arasında kaybolan taraklı bir çiçekti kendisi.

Düğünümdeki aksesuarlarımı ise Ayçi'nin modelliğinde ve de çekiminde paylaşmak isterim :)










Düğünde kafamda yakın poz bir fotoğraf bulamadım, çok sevdiğim bu fotoğrafta kafamda tüylü tacım var ama :)

Taşlı yan toka : Eminönü
(Mağaza ismini bulabilirsem paylaşacağım, ama Eminönü'nde Kurukahveci Mehmet Efendi'yi sağda bırakıp yukarı çıkan sokakta, Esmer Bujiterinin karşı sırasında idi)



Tüylü taç : Coquet, İstiklal caddesi

İnce taşlı taç : Eminönü (mağaza ismini bulmam imkansız )

17 Ocak 2012 Salı

İzmir'den...

Cuma akşamı, rötar yapmadığını iddia eden ama bizi kapalı uçak içerisinde 1.5 saat kıpırdamadan bekleten bir Onur Air uçuşu ile İzmir'e gittik.

Amaç büyüklerimizi görmek ve hasta ziyareti idi. Yine de küçük kaçamaklarla Bostanlı'ya uzanıp bir Türk kahvesi içmeyi, denizi seyretmeyi ihmal etmedik.

İzmir'e kocamaan bir Medical Park açılmış biz görmeyeli.

İstanbul'u son 10 yıldır deli gibi saran kentsel dönüşüm, İzmir'de de artık tam gaz bir de. Soyak Mavişehir'e pahalı, Mavişehir'in tepe kısımlarına daha uygun fiyatlı (ne kadar uygun denirse buna) dairelerini dizmiş. İstanbul ile kira farklarından yola çıkarak ( Emre'nin ablası, bizim sokak binasına verdiğimiz paranın aynısını verip, deniz kenarı ve havuzlu bir sitede oturuyor da), herhalde daireler satılık için daha uygundur, ileriyi düşünerek bir kredi hesabı mı yapsak dedik ama kiralanırken ucuzlar ama satış fiyatları İstanbul ile aynı!! Yok artık bu memlekette, taksitle ev alma, güzel bir yerde ve sitede oturma hakkı zenginlere ait. bizler ancak zenginlerin yatırım amaçlı aldıkları 10. dairesinde belki kiracı olarak takılabiliriz :)

İstanbul'a kar yağmış, iletilerde gördüm face ve twitter'da. İzmir'de ise sağanak vardı, feci yağıyordu yağmur. karı kaçırdım diye üzülürken, dün akşam yakalandık kara. sanırım hafta sonu iletilerde yazdığı gibi "huzur yağmadı" ama olsun, kar kardır. Şu an plazanın camından, beyaz manzaramı izliyorum işte :) Şu plaza camlarını da bir garip yapıyorlar, oysa resimler adam gibi çıksa, dört mevsim boyunca manzaramı ekleyebilirdim bloğuma.

güzel bir hafta mı bu hafta? öyle diyelim öyle olsun!

10 Ocak 2012 Salı

mutluluk sinyalleri:)

Sabah bir e-mail aldım, birilerinin bir şeylerin, ortada dönen adaletsizliğin farkında olduğunu anladım, içim rahatladı, bu küçücük şeyle mutlu oldum.

şirketin bir toplantısı için Londra'ya gidiyorum. Aslında şirket seyahatleri bana çok fazla heves vermez ama bu başka, daha iş yaşamımın ilk yıllarında, elden geldiğince gezerken, ilk şirketim eğitim için insanları Londra'ya yollardı, onlar da extra 2-3 gün izin alır ve bu şehri gezerlerdi. ben bir gün şirketim beni yollayacak, burası için uçak/vize masrafı yapmayacağım diye uma uma, Londra'yı görmedim hiç, sonra da denk gelmemişti. sanki bundan 6 sene önceki çocukça hayalim gerçekleşti şu an, tamam extra birkaç günüm olacak ama bunun için de mutlu oluverdim ben.

gelecek ay Sarıkamış'a gideceğiz kayak için. açıkcası kendini kıs kıs nereye kadar, gez gör, bari para biriktiremesen de anılar birikir felsefeme birkaç yıllığına geri döndüm. o yüzden hem o extra birkaç gün için Londra'da, hem de Kars'da harcama yapmaya karar verdim. Bunlar beni mutlu ediyor, yine şükrettim, gezip görmek için harcama yapıyorsan, çalışmana değiyor demektir aslında.

Vize başvuru formunda tüm seyahatlerimi soruyordu, söylene söylene eski-yeni pasaportlarımdan giriş-çıkışları yazarken (normalde vize tarihi istenir yahu, bu İngiltere de bir garip ülke) birden gülümsedim. Gezmişim yahu gezmişim, üniversitede staj muhabbetine, ailemin yanında kalırken, tüm paramı harcayabileceğim yıllarda yıllık izinlerimde, bulduğum her fırsatta gezmişim. aferin bana :)

sonraa.. akşam saatlerinde, canım arkadaşımın terfi haberini aldım. Şu dünyada elinden gelse kimi terfi ettirirsin deseler, kendimden bile önce kesin onu seçerdim.çok çok mutlu oldum, sonunda hak ettiğini verdiler 10 yıldır tanıdığım, ne zaman başım sıkışsa yardımıma koşan bu insana.

güne Hestia'nın şu yazısı ile başlamak zaten iyi gelmişti bana, ben de üstüne koydum ve mutlu oldum bugün.

konu neydi? mutluluk, bardağın dolu tarafından bakmak, mutlu olmak, konu bu olunca şu komik notu da paylaşmadan edemeyeceğim.


5 Ocak 2012 Perşembe

sen de mi geldin 2012?

ne yalan söyleyeyim gelmesin diye hain planlar yapasım vardı.

elde değil, çok seviyordum 2011'i. üstelik 2011'e girerken, geçen yılın bana bu denli uğur getireceğini de bilmiyordum, yani şöyle hakkıyla bir karşılayamamıştım bu yılı. 2011'e girmemize ramak kala arkadaşlarımızın evine hırsız girdiğini öğrenmiştik mesela, he bir de içtiğim şarap midemi fena bozmuştu geçen sene. ama yine de 2011 bizim sihirli değneğimizdi.

sonra düşündüm de yıllara anlam yüklememek lazım belki de. kimbili pek de gönüllü buyur etmediğim 2012 bana daha da uğurlu gelir belki?

hadi bir anlam da yükleyeyim. 2012 nizim evimizdeki ilk yılbaşımızdı. sevdiklerimiz gelmişti, güldük eğlendik. delileeeer gibi tombala oynadık, tabii ki biz kazanamaıdk her sene olduğu gibi. olsun, tek yaptığım çinkoyu tam 24:00'de yapıp, yeni yıla girişi kaçırmam da bir işaret olmalı :)

tüm gün şampanya diye söylenip durmuştum, Emre en son dayanamayıp aldı bana :) o kadar söylendim, insan bir resmini çeker di mi? hepsini hüplettik valla :)

pratik ve yetenekli arkadaşlarım sayesinde yiyecek içecek hazırlamak ve de dağınıklığı toplamak hiç zor olmadı.

masamızı güzelce kurup :



masadaki runner'ı çok beğenerek Boyner'den aldım, dümdüz bir masa örtüsüne ne güzel hareket katmış değil mi ?


konsolun üstüne açık büfe yapıp:

haydari ve azılı ezme için Selinciğin annesi, patlıcan salatası, köfte ve patates pastası için Şero, sarma için benim annem, uğur böcekleri için benim (gelinyolu'nun bloğu sağolsun :)) , rus salatası, sosisli cipsler ve kızartma için de Umutcumun ellerine sağlık :)


cipsleri ve çerezleri evdeki tek sephamıza yerleştirip :


balonları kocalarımızın şaşkın bakışları arasında, cuma akşamından şişirmiştik Umutla birlikte :)


pastamızı hazır edip :


az kalsın pastadaki şampanya ile yetinecektim. gerçi onu da ben yedim :)


herkesler yerini aldı ve biz 2012'ye merhaba dedik :)









hee bir de bizim evdeki eksiksiz ilk toplanmamızdı bu. arkadaşlarımın evin renksizliğinden sürekli yakınan bana bir de hediyesi vardı :) çiçeklerin rengine bakın, ne zamandır eve sıcak bir hava katar dediğim hardal sarısı ve kiremit renginde ;)


hoşgeldin 2012, geç içeri...


4 Ocak 2012 Çarşamba

gelinlik telaşı volume 3 ve yılbaşından birkaç kare :)

cumartesi yoğun bir gündü.

cuma akşamından gelen Umut ve Çanka ile sıkı bir kahvaltının ve akşam için sofrayı genel hatları ile hazırlamamasın ardından, kocaları bırakıp, diğer kızları da yanımıza alıp kendimizi Nişantaşı'na attık.

hedef Pronovias ve Beyaz Butik :) Şero giydi, biz baktık, bir ara hatun gelinliğin içinde sıkılıp eteklerini tekmeliyordu, kopuyorum bu kızın bu daralmalarına.

aslında Pronovias'ta iki model beğendik, Beyaz Butik'te de.

ama bu sene evlenecek gelin adaylarına can sıkıcı bir haberim var, Pronovias ciddi zam yapmış gelinliklere. Şöyle ki, 2010 yılında Umut aldığındaki € fiyatı biliyorum, kendim aldığımda € kurundan dolayı bir fark ödedim (aslında ciddi fark, € %20 civarı artmıştı) ben, ama  benzer tarzda modellerin € fiyatları yakındı (hatta rakamı da vereyim 1250-1550 € arası). bahsettiğim tarz, danteli, pırıltısı, işi olmayan; ipek gibi özel kumaşlardan yapılmayan (yoksa Pronovias'ta tamamen ipek olduğunu, "pek beğenmedim ama aklımda bulunsun" dediğim bir modelin fiyatını görünce anlamışlığım var) modeller. Şero'nun tarzı bana epeyce yakın. neyse özet geçiyorum, € fiyatlarında ciddi artma var. baktığımız en ucuz gelinlik 2000 € idi, beğendiğimiz modeller arasında en içimize sinen ise 2500 € gibi bir rakamdı. biraz moralimiz bozuk çıktık ama Beyaz Butik'te beğendiğimiz bir modeli kafamıza yazmıştık, bakacağımız yerler de vardı, e en kötü ihtimalle parayı basıp alacağı Pronovias modeli de mevcuttu :)

gelinlik bakmayı özlemişim valla. bana kalsa, gelin olacağım yine diyip mağazalarda deneyesim var ama herkes bana deli gibi bakıyor böyle diyince. şero için Türkiye'ye 2011'de giriş yapan Beymen Bridal'den, oldukça güzel markaları Türkiye'ye getiren Weddies'e kadar bir araştırma yaptım ve gidilecek yerleri çıkardım:)

gelinlik macerası ardından kendimizi Nişantaşı'nın süslü sokaklarına attık, zamana kahvesinde çilekli milföy yiyip, yılbaşı için ışıklandırılan caddede fotoğraflar çektirdik.

taa ki Çanka arayıp "biz iki balta yeni yıla girmek üzereyiz ve karılarımız yanımızda yok" diyene kadar. aa evet evliyiz biz ya, artık eve gidip akşam için hazırlıklara devam etmek lazımdı :)

çook güzel bir soframız vardı, küçük evimiz tam 9 kişi için yeni yıla merhaba mekanı oldu. sofranın resimleri makinemde kaldı, artık ayrı bir post yaparım onu:)

yine de elimde olan birkaç foto ile bitireyim yazımı.

Nişantaşıı :)


Yeni yıl pastamız :)


taçlı kızlar. Selin'in kafasındaki biraz hafıza zorlaması ile hatırlayabiliriz :)


düşünen adamlar :)

az önce düşünen adamlar :)



bu arada resimlerde gördüğünüz evime SJ Home'dan şu yastık ne hoş olur değil mi? merak ediyorsanız ve çekilişe katılmak isterseniz TIK TIK !

2 Ocak 2012 Pazartesi

fikri hür, vicdanı hür Galatasaray taraftarı bildirisi

3 Temmuz'dan beri bir tiyatro izliyoruz.

daha da doğrusu 3 Temmuz'dan beri, aslında daha önceleri futbol değil tiyatro izlediğimizi anlıyoruz.

tiyatronun sözlük anlamına baktım :

"Sahnelenmek için yazılmış oyunların tümü " diyordu. işte ben bana "Türkiye Ligi" deseler, karşılığına aynen bunu yazabilirim.

Galatasaray Sözlük (ne yazık ki çok aktif olarak yer alamıyorum içlerinde son aylarda) bir bildiri yayınlamış dün. Okudukça gurur duydum :

http://gss.gs/853995

Ben Galatasaray taraftarıyım evet, bilen bilir Fenerbahçe düşmanı sayılmam pek, birebir rekabetimiz hariç pek de ilgilenmem "orada neler oluyor" kısmı ile.

ama bugün orada olanlar beni de ilgilendiyor.

Yasanın değişmesine valla çok da tepki vermedim. abartı idi cezalar, bir insan şike yaptı diye hapiste çürümemeli elbette, adma öldürenler elini kolunu sallaya sallaya gezerken. bu yasanın abartılı olduğu zaten ilk örnekte ortaya çıkıverdi.

Ama TFF talimatnamesinde değişiklik ne demek? sormak isterim şimdi, eğer aklanacaklarsa bu insanları peşinen suçlamak değil midir, 58. maddenin düzenlenip "bir kereliğe mahsus" af gelmesi?

eğer suçlularsa, kişilere has kuralların uygulanması, " bir kereye mahsus" ne demek? muz cumhuriyeti mi burası?

konuştuğum iki Fenerbahçeli arkadaşım da "hani suçsuzlardı, aklanacaklardı", "bu demek oluyor ki suçlular, örtmeye çalışıyorlar" dedi. yani bu maddenin değişmesinin onaylanması resmen ve açık olarak Fenerbahçe'nin (aslında niye sadece Fenerbahçe diyorsaki onun yanında kaç takım daha var hepsinin) şike yaptığının tescillenmesi aslında.

yayın gelirinin de, yaptırımların da, endüstriyel futbolun da suratına tüküreyim.

bana şifresiz kanaldan futbol izlediğim günleri geri verin.

bana bir Türk takımı Avrupa'da mücadele ederken, kenetlendiğimiz günleri geri verin.

kısacası bana çocukluğumun futbolunu geri verin.

ya da neyse siz gidin havuzdan gelen paranın azalmaması için başka neler yapılabilir ona kafa yorun.

************************

Yıllardır peşinden çocuksu bir heyecanla koştuğumuz futbol topunun masumiyetini yitirerek kirlendiğini üzülerek kabul etmek zorundayız. Gönül verdikleri renkler ne olursa olsun, pek çok sporseverin de bu hayal kırıklığını paylaştığına eminiz.


Futbolda organizasyon deyince 3-5-2 / 4-3-3 gibi saha içi dizilişleri hatırlayan sıradan insanların; futbol üzerinden haksız menfaat elde etmek için şike, teşvik primi, tehdit, baskı gibi sporun ruhuna tamamen aykırı araçları defalarca kullanmış organize suç şebekelerini ve çeteci zihniyeti hâlâ savunanları anlayış ve olgunlukla karşılaması da beklenmemelidir.


Yemyeşil bir sahada, tertemiz bir topun yuvarlanması sonucu futbolun adaletinin 90 dakikaya sığdığına inananlar, savcılık makamının iddianamesini hazırladığı süreçte hiç olmazsa futbolu yönetme iddiasında olanlardan soğukkanlı ve adil bir çözüm beklediler.


Görünen o ki, gölgede kalmış ilişkilerden, kirli ezberlerden, kökleşmiş önyargılardan kurtulamayanların böyle bir niyeti hiç olmamış.


Özellikle Galatasaray Spor Kulübü’nün Fair Play ve spor hukuku dersi niteliği taşıyan onca sağduyulu açıklama ve uyarısına rağmen, varlık nedenini unutmuş görünen Türkiye Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu’nun sorumluluktan kaçarak, ülke futbolunu bu hale getiren “olağan şüphelilere” suçun tanımını ve cezai karşılığını soracak olması da nesiller boyu anlatılacak son kara mizah olarak örneği olarak hafızalara yerleşmiştir.

Dillerinden düşürmedikleri endüstriyel futbol teranesiyle maddi çıkarlarının zedelenmesi riskini öne sürerek futbol topunu kirletmekten çekinmeyenler bilmeli ki, maç bileti-kombine kart-lisanslı ürün-şifreli yayın için dekoder satın alarak futbol ekonomisini yaratan ve büyütenlerle, kolayca kandırabileceklerini zannettikleri futbolseverler aynı insanlardır.


Sesiyle, nefesiyle, alın teriyle, emeğiyle, helal kazancıyla gönül verdiği kulüpleri destekleyen ve ayakta tutan taraftarlardır, aptal yerine konmak istenen insanlar!


Biz insanları heyecanlandıran ve mutlu eden basit bir oyuna, bunca pisliği bulaştırmış olanlardan hesap sorulmama ihtimalini, birilerinin kulağının üzerine yatarak üç maymunu oynamasını kabul edemeyiz.


Ve buradan, futbolun tüm aktörlerine bir kez daha sesleniyoruz;


Hukukun üstünlüğüne mazeret bulmayın, minareyi çalanlara kılıf aramayın. Futbol oyununu koruyun. Çıkar hesapları içinde bir gün öyle, bir gün böyle konuşarak artık kendinizi küçük düşürmeyin. Futbolu temizleyin ama önce siz temizlenin.


Bunu yapamıyorsanız, niyetiniz ve cesaretiniz yoksa, biz de yokuz! Bunu yapamazsanız, işte o zaman dilinizden düşürmediğiniz “marka değeri”nin nasıl yerle bir olduğunu göreceksiniz… Ne kadar üflerseniz üfleyin, için için yanan bu ateşin sönmeyeceğini ve önlem alınmazsa elinizdeki pis kokan küllerin para etmeyeceğini de göreceksiniz.


Avrupa’ya hatta dünyaya meydan okuyan futbol takımları hayal eden bizlerin, UEFA ve FIFA tarafından “şikeci ülke” olarak damgalanması ve uluslararası rekabetten yıllarca dışlanması an meselesi olan Türkiye’nin içinde bulunduğu berbat açmaza duyarsız kalması beklenemez. Güzel ve yalnız ülkemize, en azından uluslararası spor arenasında hakkıyla sahip çıkması gereken herkesi de göreve çağırıyoruz.

Büyük Galatasaraylı Tevfik Fikret’in “Hak bildiğin yolda, yalnız da olsan yürüyeceksin” sözünü hiç aklımızdan çıkarmadan, yalnız çıktığımız bu yolda bizlerle birlikte yürüyeceğinize inanıyoruz.

Fikri Hür, Vicdanı Hür, İrfanı Hür Galatasaray Taraftarları