27 Aralık 2012 Perşembe

bebişler hoşgelmiş.)

Efendim 2011 yılı sonundaki dileklerimde, bebek planlayan iki arkadaşım olduğunu söylemiştim.

Neyse efendim, yıl bitimine 4 gün kala Ece hanım da teşrif ettiğine göre; bu güzel bebişler için 2012 yılına teşekkür ediyoruz.

Allah bitirdiğimiz bu yılın, bize en güzel sürprizleri olan Ege ve Ece'ye uzun ve sağlıklı ömürler versin, analı babalı büyüsünler inşallah!


17 Aralık 2012 Pazartesi

nasıl geçti bu sene?

Takvime bakıyorum bakıyorum, bizim mütevazi evimizde kutladığımız yılbaşı akşamı dün gibi sanki.

Yok artık birisi şu zamanı durdurmalı.

Yılın son periyotunu, tabiri caiz ise inek gibi çalışarak geçiriyorum :) Gece gündüz, sabah akşam, hafta sonu ve hafta içi mütemadiyen çalışıyorum yani, bakalım yeni bir arkadaşımız başlamak üzere departmana, inşallah o gelince yüküm azalacak biraz.

Bu arada Emre de haftalardır SPK kursuna gidiyor, hafta sonu denilen bir şey kalmadı valla bizde:) bunca iş güç arasında, hayalimizdeki araba olmasa da, bizi birkaç sene götürecek ikinci el arabamızı aldık, Allah kredisini ödemek nasip etsin artık :) he arabayı aldık da ne oldu, karşı otoparka koyduk kendisini, daha bir kere bile kullanmadık bir haftadır.

Neyse ki SPK sınavı geçti efendim, çok şükür. İnşallah istediği notu da alıverir bizimkisi.

Bu arada ben de 2002 yılı ehliyetli, sözde 10 yıllık bir şoför olarak, İstanbul trafiğinden korktuğumdan birkaç haftadır direksiyon dersi alıyorum. Efendim eğer Bakırköy, Bahçelievler bölgesinde yanında bir kadın, sürekli bir sağa bir sola dönen birini görürseniz o benim, bilin ki dönme becerimi geliştiriyorum. he bir de E-5'te özellikle Marmara Forum dolaylarında sağa sola sürekli şerit değiştiren birini görürseniz o da benim, şerit değiştirme pratikleri yapıyoruz da. He bir de Bakırköy civarında, evinizin önüne arabanızı park ediyorsanız, kendisini park denemelerim için kullanıyor olabilirim, korkmayın çarpmam :) neyse az kaldı efendim, bu işi artık kaptım sayılır.

2013 demişken, ne yapıyoruz? 2012 listemize göz atalım bakalım neler olmuş ;)

1- klasik olacak ama sağlık dileyeceğim ben. Annem geçenlerde yine rahatsızlandı, yine ödüm koptu. üstelik artık yanında da olamıyorum sürekli :( Allah beni, eşimi, ailemi, sevdiklerimi korusun, dert verip derman aratmasın 2012'de. Kimsenin acısını yaşamayalım, ben elimde olsa ölüm denen şeyi iptal etmek isterdim ama madem gerçekçi olacağız, ani ölümlerden, beklenmedik acılardan uzak bir yıl olsun 2012, olur mu?
- 2012 senden nefret ediyorum :( Anneannemi de babaannemi de bu sene aldı götürdü bizden, hem de hiçbir rahatsızlıkları yokken. Babacığım kalp krizi geçirdi, bypass oldu, öldük öldük dirildik, çok şükür şimdi iyi. Nolur artık kimseye bir şey olmasın, Allah bunlardan kötüsünü vermesin.

2- ikinci dileğim kendim için değil. bu sene canım kardeşim, canım arkadaşım Şerom, tribün dostum Semacanım evleniyor. yine aynı zamanda Tubitos ve Pembe Mor Alg'i de unutmadan, evlenecek olanlara, benimkinden kat kat daha güzel bir düğün (kendiminki çok içime sinmişti de :)) ve ağız tadı diliyorum.
- Evet baştan sayalım, kardeşimin düğün bitmeyen bir ev inşaatı sebebi ile 2013'e kaldı, günü 8 Haziran olarak belirlediler, hadi bakalım :) Şero ve Kemal evlendi, ohoo birlikte balayı bile yaptık valla. Semacan da evlendi, dün maçta beraberdik, bayağı mutlular;) Tubitos ve Duygu'yu burdan takip ediyoruz, maşallah çok güzel düğünleri, kınaları oldu. Duygu inşallah 2013'de kocasına kavuşur artık be yaa :( Amanın herkescikler yuvasını kurmuş, kuruyor,maşallah diyelim.

3- bu dileğim de kendim için değil. ismini vermeden söyleyeceğim iki çok yakın dostum, direk çekirdek ekibimden iki kişi, bu sene anne olmayı planlıyor. Umarım 2012'de hayallerine kavuşurlar, bebeklerini sağlıkla kucaklarına alırlar bu yıl. artık yetişmeyenler de, 2012'de güzel bir hamilelik dönemi geçirir ve 2013'de anne olurlar tabii
- Minik Egemiz doğduu :) Şu anda tek derdi gazını çıkarmak ve de meme... Kendisi bizim Ankara'da olduğumuz bir günde doğmayı başardı, haftaya bir aylık olacak inşallah. Hmm Ege kimin oğluşu mu? Aha şu vefasız blogger arkadaşın ;) Umutcan da her an doğurabilir, kendisinin kızı olacak ve 2013'ü bekleyeceğini hiç sanmıyorum prensesin. Allah ikisi de analı babalı büyütsün inşallah.

4- Eşim kariyer planında değişiklik istiyor. Benim kariyerimi değiştirmem için geç, zaten öyle bir planım da yok. o yüzden 2012'de kendi adıma stabilite, eşim adına güzel fırsatlar diliyorum.
- Kendi adıma, bana yapılan o iğrenç baskılara karşı huzurum yerinde işyerinde. Performans dönemini güzel geçtim geçen sene, bu sene de öyle olur inşallah. Eh uğraşacak kimse de kalmadı benle. Tek derdim inanılmaz yoğunum tabii yalnız olduğum için. Ama her şey yolunda ve güzel gidiyor, yakında birisi de gelecek yanıma, yoğunluğum da geçecek. Eşime gelince, kendini SPK'ya verdi; yatırım, hazine işi yapmak istiyormuş, belgeyi almak için uğraşıyor şu an, hayırlısı bakalım :)

5- Yıllardır araba almak isterim. Bazen her zaman bir aksilik çıkmasında bir hayır var mı diye düşündüğüm oldu. Eğer hakkımda hayırlısı ise bir Toyota Yaris veya Auris istiyorum 2012'den :)
- Toyota alamadık, e sıfır araba da almadık ama  bu dileği bir adet ikinci el Polo alarak, yılın son ayında gerçekleştirdik. Şimdilerde İstanbul trafiğine hazırlanıyorum ;) daha arabayı bir kez bile kullanamadık sınav derdinden ama olsun, kendisine karşımızdaki otoparktan kombine de aldık, orda yatıyor şu an.

6- 4 arkadaş ortak milli piyango biletleri aldık. hepimizin hayat kurmanın ilk başında emekleyip duruyoruz. bizi şöyle azıcık ivmelendirecek bir şeyler çıksa süper olur :) çok değil bir sonraki dileğime peşinat olsa yeter :)
- Buna şöyle cevap veriyorum : hahahahahaha, kim kaybetmiş de biz bulalım.

7- Bir evim olsun istiyorum. yani makul bir faiz ödenecek bir borca girsem de yeter. işte peşinat lazım, o da 6 numaradan gelse süper olur. ama elzem değil, 2013'e kalabilir bu dilek:)
- Biz böyle gezdikçe, araba kredisi ödedikçe, 2014 olur, 2015 olur, acelemiz yok ;) Belki de istediğimiz bir eve kiracı gideriz be ya, kirasını ödersen her ev senin de mi :p

8- 2012 yılında hiç ek hesaba girmeyelim istiyorum. çok basit görünebilir ama psikolojimi bozuyor bu durum, ne olur eksi bakiye görmeyeyim hesabımızda artık :)
- valla bir ara iyiydik ama yaz tatili, Avrupa tatili, araba kredisi, evlenenler doğuranlar derken, yine olmadı be yaa...

9- Eşimle balayı hariç tatil yapamadık biz. Bu sene bir kayak, bir yurtdışı, bir de yaz tatili diliyorum. Sanırım bu da 8. maddeyi zora sokuyor, e dilek bunlar yani, ben dileyeyim de :)
- Bakın en iyi üstesinden gelebildiğim dilek biçimi karşınızda :) Efenim bir hafta sonu Londra, bir adet Sarıkamış kayak turu, bir adet löküs her şey dahil deniz tatili, bir adet çeşme kaçamağı, bir adet 10 günlük Paris, Amsterdam, Köln, Lüxemburg, Brüksel turu. Aboowww, nasıl ek hesaba girmeyelim biz yahu :)) şimdi araba da aldık, haftasonları oraya buraya gider dururuz, bittik biz. Neyse 2013'te daha makul olmaya çalışacağız (??).

10- Daha düzenli bir insan olmak istiyorum. 2012 yılına, 2011'de biriken tüm işlerimi bitirerek, temiz temiz girmek istiyorum.
- aman bundan vazgeçtim, valla 2012 sonu 2011 sonundan beter, acayip bir toparlanma lazım bana :)


11- Çok sevdiğim ve bir türlü yüzüne şans gülmeyen 4 arkadaşım var. 2012 onların senesi olsun, hayat arkadaşlarını bulsunlar, istedikleri işte olsunlar. 2011 bana ne getirdiyse, 2012 de onlara daha iyisini getirsin.
- Elde var bir ;) ama tek yıllar bu konuda daha başarılı, 2013'ten ümitliyim.


12- Galatasaray şampiyon olsun, şampiyonlar ligine katılsın, elenmeden 2012'yi tamamlasın. İçinizden e CL şampiyonluğu dile dediğinizi duyar gibiyim, yok onu 2012 sonunda dileyeceğim, malum yıl sarkıyor :)

- E şampiyon olduk. arada Türkiye kupasından elendik ama napalım artık. Şampiyonlar liginde gruplardan da çıktık çok şükür, elenmeden 2012'yi tamamladık. e yılın bitmesine az kala Fenerbahçe derbisini de aldık. Bu dileğimi kabul olmuş sayıyorum. darısı 2013 başına amin :)

Genel bir yorum yaparsam, seni pek sevemedim 2012, onca gezmeye tozmaya rağmen.
İçime sinemedin bir türlü, belki ölüm kokusu böyle yaptı bilmiyorum.
Aslında çok kötü bir sene değildin biliyorum, belki de 2011'i çok sevdiğim için seni olumsuz karşıladım.
Ama şöyle bir bakınca, aman ne berbat yılmış diyemeyeceğim.
Yine de 2013'ü daha bir şevkle karşılayacağım ben, sanki kapılarını mutlu açarsan yeni bir yıla, o da olumlu havayı doldurur içeri. neyse 2013 için ayrıca yazacağım temennilerimi.

Güle güle 2012... Çok çabuk geçtin ve de tarihteki yerini aldın. Bak Mayalar haklıysa, zaten çok tarihi bir sene olacaksın;)












21 Kasım 2012 Çarşamba

yorgun ve mutlu :)


Şaka gibi ama hiçbir şeye vaktim yok son iki aydır. Sanırım günler sonra göz ucu ile bloğa bakabildiğim tek sabah bugün.

Gece gündüz çalışmak, kafayı kaşıyamamak bu olmalı sanırsam. Son iki ayda kaç yere gittim, Ankara uçağına kaç kere bindim, kaç gün mesaisiz evime gidebildim akşam, hiç bilmiyorum.

Üzerimde ciddi sorumluluk hissettiğim için, boşveremiyorum da. Çünkü benim birkaç günlük erken davranışımın aylar kazandıracağı kritik işlerim var bu aralar, o yüzden sorumluluk duygusu ile 2 hatta bazen 3 kişilik iş yapıyorum. elbette hep böyle gitmez ama geçici bir dönem ve bunların yapılması lazım diye düşünüyorum, çok şükür zamanla yarıştığımız işlerde, bir tek gün gecikmeye bile mahal vermedim şu ana kadar, elbette rutin işlerde ufak tefek aksadım ama ne yapalım.

Her şeyden öte, üzerime çöken huzur beni motive ediyor sanırım. Bir işyerinde en büyük yorgunluğu yapılması gereken işler değil, uğraşılması gereken insanlar veriyormuş, bir kez daha teyit ettim.

Neyse daha sizlere kurban bayramı tatilimizi anlatacağım ama daha fotoğrafları bile yükleyemedim ki.

Ben bu yazımda "Cimbom" demiş olayım, totem yaptım, mesai çıkışı apar topar yetiştiğim maçlar daha iyi geçiyor. Artık öyle maçtan saatler önce program izleme, elime biramı alıp maçı bekleme devri kapanmıştır :)

Galatasaray 1- 0 Manchester United

özlemişim şampiyonlar ligini çok. İş sebebi ile ve bayram sebebi ile ilk iki maça gidememiştim; yani dünkü maç benim yıllaaaar sonra Şampiyonlar Ligi müziğini stadımızda duyduğum ilk maçtı. İlgisi olmayanlara komik gelebilir ama bildiğiniz gözlerim doldu dün maç başlarken. Maç bitene kadar da tırnaklarımı yedim zaten. Manu yedeklerine ayrıca hayran kaldım, sanırım as takım ile gelseler bitmiştik. Hatta puana ihtiyacı olan bir yedek kadro olsa da sonuç çok farklı olabilirdi. neyse ki dün karşımızda, Ferguson'a kendini kanıtlamaya çalışan, ama yine de değerlerini toplasan bizim takımı katlayacak bir takım vardı. Hamit'in direkte patlayan topundan sonra 3-4 dakika dünyam dursa da, bizim için güzel bitti gece.

İşte bu yorgunluğu seviyorum ben, galibiyet sabahının yorgunluğunu...

12 Ekim 2012 Cuma

aslında hala yaşıyorum ;)

hani derler ya, yoğunluktan saçımı kaşıyamıyorum diye, yok valla doğru bazı zamanlarda bu.

bu yazıyı size "imdaaat deyip", bir elimle tostumu yiyip, diğer elimle yazmaya çalışarak yazıyorum. aha şu tost bitene kadar vaktim var, sonra yine aynı maraton.

sanırım savaş çıkmak üzere, efenim işten güçten onu bile takip edemedim, o yüzden olur da ülkeden kaçmamız filan gerekirse, beni gelin Koza Plaza, Esenler'den alın, bu gökdelenlerde bırakmayın, mazallah uçak çarpar bişi olur, savaş yani bu di mi?

iş arkadaşımın ayrılması ile, benim Murphy yine iş başına geçti, kadındayken pasif durumda olan tüm işlere bir hareket geldi, bir de benim işlerim; üzerine tuz biber diyelim. He bir de üstüne onun gideceği bir seyahate ben gittim (ki Roma'yı çok severim, iyi oldu, orası ayrı), ama ne oldu?

Ofiste işler birikti tabii, tam halledecektim ki işleri, benim kendi seyahatim çıktı geldi, 1.5 günlüğüne Londra yaptım, ama garip bir durum; Londra'da geçen 1.5 günlük yoğun toplantı programım, tam 3 gecemi de aldı. e giderken sabahın köründe kalk, orda bir gece, dönüş diğer gece ama buraya kadar sabah oldu filan. eh iş güç var kalktım geldim, lan Cuma yemin olsun 11 saat uyuyacağım derken aklıma geldi, masa arkadaşımın kına gecesi var ayol. Anlayacağınız bu akşam da uyuyamıyorum.

Tüm bunların üzerine uzuuun da bir tatil var önümde, çok önceleri birleştirmiştim bayram tatilini, yurt dışı turu almıştık filan. yok gezmek, görmek çok güzel, sen sevdiğim şey ama üzerime "lan dönünce bu işleri kim yapacak"stresi çöktü, daha gitmeden.

Neyse ben haftaya kadar bu düşünceleri ataıp, şöyle güzel bir tatil yapmalıyım, tamam dinlenemeyeceğim ama en azından kafam boşalır umarım.

Ekim ayında Türkiye hariç giriş yaptığım ülke sayısı, kısmetse Ekim sonunda 7 olacak, hiç bu kadar leylek olmamıştım ben.

İşte böyle bende haller, çalış, koştur, gez; ama yine de işyerindeki negatif hava uçtu gitti tabii... Bir kez daha anladım, fiziksel yorgunluk geçer anacım, ama ruh yorgunluğunu Allah kimseye vermesin, bir daha yaşatmasın, Amin.

Roma'da Londra'da fotoğraf çekecek, gezecek vaktim olmadı, toplantıdan kalan sürede Roma'da ufak bir tur attım, Londra'da ise ancak otelin bulunduğu Oxford Street'de birkaç mağaza dolanabildim.

Bu sebeple size, taa 2008 yılında, 1 ay kaldığım Roma fotoğraflarımdan ekliyorum;)

İyi hafta sonları olsun inşallah...




26 Eylül 2012 Çarşamba

bir devrin kapanışı...

Mart 2011'den Ekim 2011'e kadar

saçımda ilk defa beyaz çıkmasına sebep olan

beni mide ağrısı denilen şeyle tanıştıran,

sonrasında üstümdeki egemenliğini kaybedince iyice saldırganlaşan,

yeri gelip aile terbiyem hakkında bile konuşma cüretini gösteren,

peygamber sabrı ile dayandığım, rol yapmak pahasına iyi geçinmeye çalıştığım,

en sonunda gerçekten tıbbi bir problemi olduğunu, başka insanlarla da benzer şeyler yaşayınca anladığım
(aah ah, ilk başta yalnızdım ben onunla, insanlar geldikçe kendimi boşa paraladığımı, karşı tarafın sakat olduğunu anladım)

kadın;

İSTİFA ETTİ!

Allam şu ana kadar yaptığı en iyi şeyi yapıyor, en güzel şeyi yapıyor ve gidiyor buradan.

Müdürüm, bu haftaki seyahatimi de iptal edip, bir an önce devir teslim yapın ve gitsin dedi.

Elbette iş devretmemek için de uyuzluğunu yapıyor,

Elbette bundan sonraki süreçte çok yorulacağım, saklamış olduğu bilgiler yüzünden belki ben suçlanacağım.

Ama geçecek...

İnşallah Allah'ın izniyle normal bir insan gelecek onun yerine (ki yöneticim, beni ezecek; benden yaşça ve tecrübece çok büyük birisini almayacağını ima etti, umarım öyle olur).

Benim için çok zor bir devir kapanmıştır.

Resmen bu Cuma gidiyor.

Gelen gideni aratmasın, huzur hiç eksik olmasın artık.

Amin !

20 Eylül 2012 Perşembe

Manchester United- Galatasaray : 1-0

Maç hakkında pek yazasım yok aslında.

Eğer 5-10 tane yememişse her taraftar, böyle bir maçta  takımının iyi oynadığını, en azından beraberliği hak ettiğini düşünür. Ben Muslera penaltıyı kurtardığında "dönecek bu maç" demiştim, ama olmadı işte. Açıkcası kendi evimizde yeneriz yaa, deplasmanda böyle oynadıysak vs muhabbeti de bence yanlış, çünkü Galatasaray Avrupa deplasmanlarında ciddi konsantre olabiliyor, kendi evinde bu konsantrasyonu görebilir miyiz, pek emin değilim, umarım öyle olur.

Neyse dün hiç yenilgimiz olmayan ocakbaşında yenildik geldik. he bir de hiç kazık yemediğimiz bir yerdi, ama dün verdiğimiz para ile kaşıbeyaz'da yemek yerdik valla:)

Yapacak çok iş, maç seyrederken yemeyi unutup sadece içmekten kaynaklı bir mide ağrısı ve de regl sancısı var bünyemde.

Amanin ne muhteşem bir gün!

19 Eylül 2012 Çarşamba

kola ve sigara satmıyoruz...

malum Fatih semti sınırlarında oturuyorum.

eh ülkenin güncel hali de malum.

Ramazan'da fırından sabah sabah ekmek isteyince, "Gündüz ekmek çıkartmıyoruz" tepkisine alıştım. Hani herkesi oruç tutacak varsayalım, sizin gibi herkes mesela, arkadaşım bunun hastası var, çocuğu var, adet döneminde kadını var iç tepkilerimi ilk sabah harici vermedim valla kabullendim. Tüm Ramazan ortalarda görünmedim valla...

Hayır şort giyince bakmalarına, hadi bakmadılar diyelim arkadan süzmelerine de pek bir alıştım, yadırgamıyorum. Size inat giycem lan o şortları, günahlarınız artsın inşallaahhh benim sayemde.

Bir adet Tekel ve Migros harici alkol bulamama sıkıntısına da alıştım.

Hepsine normal (!) diyelim mi e hadi öyle olsun.

Yalnız bizim binanın altına açılan market beni dumurlardan dumurlara uğrattı vesselam. Şimdi ben tükanın vitrininde Ülker link reklamını, dondurma dolabının üzerinde de golf yazısını gördüm, zaten anladım, sizde alkol olmaz, eyvallah, günaha girmeyin, anladım. Ama efenim bir akşam tam yemeğe otururken aklıma kola alıvermek geliverdi, vallahi uzağa gitmemek için Cola Turka bile oluversin deyip daldım içeri ve dolaba yöneldim bu markette. bakındım, bakındım ve kola yoktu, adamlara dönüp (yazar burada şort giyiyor):

- Pardon kolalar nerede?
- Biz kola ve sigara satmıyoruz dedi adam yaa... sağlığa zararlı diye ekledi.

Şimdi şaşılacak konu çok, kola satmıyor anladım, ama ben sigara istemedim, zaten sigara her markette bulunmaz, izin gerekir satmak için. bana bu extra açıklamayı niye yaptın di mi? neyse ben dumurlarda ve şaşkın, üstelik adamlar da şortuma bakıyor, üstelik kola gibi sakıncalı bir şey istemiş bir günahkarım; şaşkınlık içinde çıktım dışarı.

Yahu kola sağlığa zararlı eyvallah da, acaba o katkı maddeli tangimsi tozlar değil mi? yani o marketi sadece yoğurt ve süt (katkı maddesine izin verilmeyen gıdalar) ile mi götüreceksiniz? hayır o sattığınız meşrubatların hepsi de en az kola kadar zararlı farkında mısınız? hayır siz manyak mısınız?

Neyse bu market şu "kolada alkol" muhabbetine bunu yapmıyorsa ben de Ayşe değilim. Ne günlere kaldık yahu!

He benim koca da oraya dalıp bir bira kasa isteyecekmiş.

Mükemmel fikir, evet.

Yakında bu esnaf bizi mahalleden kovar!

heyecanlıyız :)


Sabahtan beri içim içime sığmıyor. Akşam Manchester deplasmanında maçımız var. Biliyorum favori değiliz, olamayız da. Ama yine de içim içime sığmıyor işte. Yıllar sonra bir Şampiyonlar Ligi maçında izleyeceğim Galatasaray'ımı.

Sağımda solumda bir sürü evrak, hasta fenerli müdürüm sürekli iş istiyor, sanırsam ki bilerek yapıyor, bugün çıkamayayım diye :) şaka şaka, kendisini çok severim, yüzüne yüzüne bir fenerbahçe maçı öncesi"maça gideceğim, yol kalabalık oluyor, erken çıkmalıyım" demişliğim ve kendisinin "peki Ayşe gidebilirsin ama başarısızlıklar diliyorum" diyerek izin vermişliği var.

Neyse bugün Manchester ile maçımız var. Belki çoğuna komik gelebilir, küçümseyebilir ama benim için çok önemli işte.

Çok zaman geçti böyle büyük bir maça çıkmayalı, o kadar uzun zaman oldu ki CL müziğini bizim maçımızda dinlemeyeli.

Ben Avrupa maçlarında uyuz bir taraftar değilimdir, öyle kendimi parçalamam belki ama yine efendice Türk takımlarını desteklerim ben böyle maçlarda. Türkiye'nin henüz İspanya, İngiltere veya İtalya olmadığını, iki takımı direk CL'ye gönderebilmek için "her" takımın puanına ihtiyacımız olduğunu ve elin bilmem nerelisi sevineceğine örneğin benim müdürüm sevinsini hep tercih ederim (fena mı bir de performansa denk gelirse gelme keyfime).

Beşiktaş'ın MANU galibiyetinde 0-1 skor oynamıştım, canı gönülden sevindim vallahi, hem de kuponum tuttu.

Fenerbahçe'nin evindeki Chelsea maçına ellerimle bilet aldım arkadaşım için, kendisi gözleri dolu dolu vazgeçip çay arası vermişti, biletix'in benim gibi GSli'ye veresi tutmuştu bileti işte. O maçta da Chelsea'yi değil Fener'i desteklemiştim.

Öyle çok içten mi oluyor, tabii ki hayır. sanırım 2000 yılında Galatasaray'a verilen destek haricinde göremeyeceğiz öyle "vatan, millet, sakarya" desteğini artık, mümkün değil.

İşte ama kendi takımının maçı olunca bir başka, çoook ama çok özlemişim bu duyguyu.

Allam valla iyi bir taraftarım ben ya. Bak elimden geldiğince fanatikliği düşmanlıkla karıştırmamaya çalışıyorum, nolur şans akşam bizimle olsun ya, sübhaneke dinimiz ve amin!

17 Eylül 2012 Pazartesi

17 Eylül...

İstanbul'u hatırlamıyorum geçen sene bugün, aslında burda yoktum, ondan hatırlamıyorum.

Ama İzmir'de güzeldi hava, oldukça.

Ben bu vakitlerde, kuaförümden çoktaan çıkmış, Kozbeyli köyüne doğru gidiyordum yanımda Emre'm ve Aylin'imle...

Düğüne gelenler rüzgardan oturamamışlar biz gelmedne önce, ama akşamın ilerleyen saatlerinde durdu o rüzgar, bana yaptığı tek yamuk duvağımı çalılara takması ve de benim upuuzun duvağımı yerlerde sürüyerek sahneye çakma hayalimin içine etmesiydi, duvağımı arkadan adamlar tuttu, yapacak bişi yoktu :)

Geçen sene bugün, sıkıcı bir iş günü değildi, hayatta en çok tepindiğim, en çok kahkahalar attığım, en mutlu olduğum gündü.

Üstelik ertesi günü de balayımız başlıyordu.

Şimdi, bulutlu ve iş günü bir 17 Eylül'den geçen seneki 17 Eylül'e selamlarımı iletirim.

Her şey ne de güzel ;) bakın bu da çiçeğim :))



10 Eylül 2012 Pazartesi

1 yıl nasıl da geçti?

Güzel günler çabuk geçiyor ama bitmiyor seninle.

Nasıl ve ne zaman bir seneyi doldurmuşuz, rüya gibi gerçekten.

Geçen sene bu saatlerde evden çıkmış nikah dairesine koştururken, gözümüzü açıp kapamışız ve zaman geçmiş.

Güzelse hayat çabuk akıyor ellerimizden sevgilim, biz inatla yakalayıp her anını yaşamak istedikçe.

Seviyorum zamanın seninle akmasını, seviyorum sağ yanımda kokunu duymayı, seviyorum apartmanın merdivenlerdeki adımlarını duymayı, seviyorum kapıdaki anahtar sesini.

Lüks tutkunu, tatlı atışmalarımızı, sevimli unutkanlığını.

Her bir detayını, her bir nefesini, herbir sözünü çok ama çok seviyorum.

Evliliğimizin 1. yılı kutlu olsun sevgilim, şerefine!

5 Eylül 2012 Çarşamba

yaş 30...

yazın başından beri kendimi alıştırmaya çalıştığım yaştayım artık.

yaşımın başına 3 koydum ve yola devam ediyorum.

evet bazı şeyler için geç, bazı yıllar geride kaldı.

yine de fikirlerine çok değer verdiğim, çok uzaklarda yaşayan bir arkadaşımın mesajına gülümsüyorum:

"we're mature enough to understand the world, and young enough to do the things we'd like to do"

evet artık dünyayı anlayabilecek olgunluktaki yaştayız ama aynı zamanda istediklerimizi yapmak için gerekli gençlik enerjimiz halen var.

dün akşam arkadaşlarımla yaptığım ufak bir kutlamadan eve geç dönmüş, başım ağrıyor diye yatmıştım saat 23:00 olmadan. ışık okadar rahatsız ediyor ki beni baş ağrısı çekerken. uykumun ortasında eşim "aşkımm" diye seslendi, ışık vardı, sinirlendim "off ışığı kapa, başımmm" derken, bir de baktım bizim şaşkından gelen ışık elindeki pastanın mumlarından kaynaklanıyormuş. "yeni yaşının ilk dakikalarıı kutlu olsun" dedi. ben salak, yarı uykulu yarı ayık sarıldım boynuna. 30'lu yaşlara geldim ama böyle bir adamı da hayat arkadaşı olarak almıştım işte yanıma, şükürler olsun.

sabah sabah Eskişehirsporlu futbolcu Ediz Bahtiyaroğlu'nun 26 yaşında kalp krizinden öldüğünü okudum twitter'da, oysa ben tam da 30 yaşında olmaktan dertlenecektim bu doğum günümde. gencecik adam, yaşının başına 3 bile koyamadan gidivermişti işte :( utandım kendimden.

hayat rüzgarlarını istediği yerden estiriyor, istediği zaman.

bize kalan ise bulunduğumuz anı ve yaşımızı sevmek, ömre değer katmak.

o zaman hoşgelmişssin 30lu yaşlar, bence anlaşabiliriz :)

4 Eylül 2012 Salı

Oğlan bizim kız da öyle ;)


güzel bir post yapmak istedim bugün.

epeydir de oldukça tembellik ettim blog konusunda biliyorum, yaz rehaveti sanırım. eh geçen yazki gibi düğünüm de yok ki bu yaz, sürekli anlatacak bir şeyler olsun.

aslında bu postu geçen ay yapmak istemiştim, ama ne yazık ki babaannemin vefatı girdi araya, sonra da bir türlü fırsat bulamadım.

kısmet bugüneymiş.

geçen ay Şero ile Kemal'i evlendirdik. şurda nişanlarından bahsettiğim çifti ;)

Bursa'da güzel bir nikah ile "evet" dediler, ardından da rotamızı Antalya'ya çevirdik hep birlikte.

Sıcaktan bunala bunala, terlerimizi sile sile oynadık Antalya'da. Temmuz ve Antalya sıcağını, bir de üzerinde deliler gibi zıplamayı ekleyin, anlarsınız halimizi.

Bu arada düğün için Porto Bello diye beş yıldızlı bir otelde kaldık, düğünün gerçekleştiği otelde yer bulamayınca, şiddetle tavsiye etmiyorum.

Düğün sonrası da, gecenin mutlu çiftiyle birlikte balayına gittik, evet evet beraber gittik. Bu kısım şiddetle tavsiyedir, Gloria otellerinden birisini geçen sene denemiştim; bu sene de Gloria Golf'e gittik, gelin damat ve biz çook güzel bir tatil geçirdik, şu ana kadar gittiğim oteller arasında gözümü kırpmadan tavsiye edebileceğim oteldir Gloria.

pekiiii... sizce gelin ve damadın resimleri kim çekti? tabii ki ailemizin fotoğrafçısı Aylin. Fotoğraflara şuradan ulaşabiliyoruz. nikah sonrası gittiğimiz Cumalıkızık köyünde mükemmel bir işe imza attı Aylincik (kendisi şu an Roma'nın fethinde :p)

kendisinin izni ile birkaç fotoğrafı burada paylaşıyorum.

esen kalın :)





19 Temmuz 2012 Perşembe

demek sen de gittin...

öyle bir dönemecindeyim ki hayatın, hayat artık sen orta yaşa doğru gidiyorsun, 3. nesil değil 2. nesilsin mesajları veriyor bana.

dün gibi gözümün önünde duran zamanların 7-8 yıl önce olduğunu anlayınca hüzünlendiğim bir dönemimdeydim zaten ben.

zaten son birkaç yılı anlamadım ki ben, şaka gibi tüm aile büyüklerini sürüklüyor ve gidiyor diye isyanlardaydım.

mayıs sonu Emre'yi de alıp köye gittiğimde, babaanem "dedende anneannende ne ağladın. benim cenazeme de gelecek misin? benim için de ağlayacak mısın kızım?" demişti. ben de "elimizde bir sen kaldın" mümkünse ölme diye takılmıştım. hatta naısl olduysa akıl edip, hiç fotoğraf çektirmeyen, o muhabbetlere girmeyen babaanneme poz verdirmiştim bizim balkonda, elimizde son fotoğrafı olarak kaldı işte.

çok iyi anlaşıyordum dersem yalan olur ne yazık ki. özellikle çocukluk dönemimden sonra anneme dedikleri, ailemizin iç işlerine karışmaları yüzünden hep tepkiliydim ona.

bu tepkimin geçmesi için kendi evimi barkımı kurmam ve büyüklerimizi kaybetmeye başlamam gerekmişti.

ben yumuşamıştım artık yumuşamasına ama o bunu bildi mi, hiç bilemiyorum. ne yazık ki arayıp sormazdım hiç, bu konuda vefasızlığıma hep kızıyorum şimdi. köye gidince uğrardım ama öperdim elini, "hakkını helal et" derdim hep, genelde cevap vermezdi, güle güle kızım derdi sadece.

üst kata bağırırdı hep sabahın köründe. "geliiin" diye. uyumamız tuhaftı ona göre güneş açtıktan sonra. biliyorum ki ben yanlıştım hep ona göre, o ise benden farklı bir dünyada yaşıyordu işte.

şimdi ne yazık ki o da gitti. bugün tam 7 gün oldu.

düşünüyorum da, o köyden başka dünyası olmadı hiç, hiç görmedi başka yerler. bildiğinden başka düşünecek hali de olmadı. şimdi çok eminim ki, benim özellikle deli zamanlarımdaki ona kızgınlıklarım onun cehaletindendi. aslında kötülük, kötü söz söylemek değil, dünyasının minnacık olmasıydı asıl sebep.

hayat daha yirmi yaşındayken vurmuştu ona tokatı, kucağında 1 yaşındaki bebeği ile dul kaldığında. sonra kendisinden yaşça epeyce büyük olan dedemle evlenmişti, küçük kızını bırakıp hem de. ikinci eşiymiş dedemin. dedemin önceki evliliğinden olan çocuklarla yaşıttı babaannem (o taraftaki halam ve amcalarım öleli bile 5-6 sene oldu). 17 yaşında bir evladını toprağa vermiş, eşi ile aynı sene içerisinde. kardeşim o amcamızın ismini aldığından, ömrünün son gününde kardeşime "benim Haşim'im misin sen?" diye sormuş, uykudan uyanmış hali ile, sonra toparlamış kafasını, torunu olduğunu anlayıp. aslında son anına kadar ne muhtaç oldu, ne belleğini kaybetti. yaşadığı tüm acıları, tüm olayları hep tuttu kafasında, iyi midir kötü müdür bilmem hiç.

bunları anlamaya, düşünmeye başlamıştım aslında ama yetişemedim. keşke diyorum, telefonu kaldırıp bir kerecik "nasılsın babaanne" deseydim. ne bileyim kardeşim gittiğinde telefonu ver deseydim barii. kimbilir nasıl mutlu olurdu. yalnız yaşayan, sadece yazları annem ve babamla olup, ne yazık ki çenesi ise (sanırım ona çekmişim bu konuda) onları bunaltan, yaşlı bir kadıncağızdı babaannem.

ama kaderi ona oyununu etti. hani kışın ölse, çok normaldi yalnız yaşayan bir kadın için. en fazla köyde yaşayan kızı olabilirdi yanıbaşında. ama yazın annemler vardı hep işte.

ne yazık ki öyle olmadı. annemle babamın istanbul'a sadece 1 haftalığına geldikleri ana denk geldi işte. kardeşim tatil yapabilsin diye, babamın işlerinin başına döndüğü zamana. annemler ani bir kararla istanbula gelmişlerdi, bense tam da geçen hafta Antalya Belek tatilindeyim. Antalya'da düğünümüzü yapmış (aslında ilk postum bu olacaktı sözde), Belek tatilimizi de bitirmek üzereydik. salı günü halam aradı, hastaneye kaldırmış babaannemi. doktorlar yoğun bakıma almışlar, kalp yetmezliği demişler. ama sonra düzelmiş, refakatçı alamayız, dönün evinize, birkaç güne çıkar, günde bir kere de görebilirsiniz demişler. kardeşim antalya'dan gitti beyşehir'e çarşamba günü, nişanlısını da alarak. haberleri iyiydi, "abla doktor cumaya çıkaracağız, yaşlı insanlarda normal bir durummuş" dedi. her zaman köyden dönerken görüşürüz dediğimde "sen bir dahaki gelmeye ben ölürüm " diyen babaannem, yine kardeşime annemleri sormuş, o da pazartesi geleceklerini söyleyince "onlar gelinceye kadar ben ölürüm" demişti. ama hep diyordu işte, bilemedik. bilseydim çarşamba ben de gitmezmiydim kardeşimle, bilse iyi olduğu haberi ile rahatlayan babam dönmez miydi işi gücü bırakıp.

perşembe sabahın köründe annemin aradığını görünce anladım hemen. sabah 6'da, kardeşim onu iyi gördükten, doktor sorun yok dedikten 15 saat sonra sessizce gitmişti babaannem. sessizce tamamlamıştı 83 senelik ömrünü. kardeşim ayrı vicdan yaparken, ben kıskanıyorum kardeşimi, son kez kanlı canlı görmek ona nasip olmuştu.

ben bir kerecik ne diye aramadım diye hayıflanırken, annem kendisine her zamanki kaprisi sandığı için kızarken, Antalya havalimanında babamları karşılayıp gittik köyümüze.

yapmamam gereken bir şeyi yapıp baktım ölü yüzüne. çok zor bir karar aslında. bir daha göremeyeceğini bilip, en son da 1.5 ay önce görmüş olduğunu düşünüp bakmak o yüze, ama son resmin de zihninde öyle kalmasına müsaade etmek.

yaşlıydı elbette. hani zaman gelmiş derler ya. cenaze namazı kılınırken benim ismim ve soyismim okununca ürperdim. fiziki olarak benzediğim için sana, yaşlılığımın senin gibi olacağını düşünürdüm hep. ismim de okunca öyle, bir garip oldum.

öyle ya nüfusta Ayşe idi adı, herkes onu Ümmühan diye bilse de.

cenaze töreninde yıllardır konuşmadığımız halama baktım, kinin ne de çok yalan dünya işi olduğunu düşündüm yine. gözüm babamdaydı hep, yeni by pass ameliyatı olmuş, o lanet sigarayı da bırakamamış bir adam için ağır bir acı diye düşünüp, endişelendim onun için.

gördün değil mi babaanne. geldim ben senin için de, ağladım da inan. ilk duyduğumda saatlerce nötr kalıp, garip bir hissiyata kapılsam da, o tabutun içinde seni götürürlerken döküldü gözyaşlarım. sürekli eleştirsen de, sana ondan daha yakın olmayan kimse olmadığını, kimsenin sana o kadar iyi bakamayacağını bildiğin gelinin hepimizden çok ağladı.

annem çocukluğumda seni çok sevdiğimi söylerdi, çok iyi anlaşırmışız, biz eskiden. bana çayı sen sevdirmişsin mesela. fiziki olarak o kadar benziyorum ki sana... didişmelerimizi unutup o eski günlerde kalalım öyleyse.

2012 son şakan olsun artık, yalvarırım. son 2 seneye kadar ölüm denilen şey kıyıdan köşeden uğrarken. artık annem ve babam ailelerinin birinci nesli oluverdiler birden, ne anneleri kaldı ne babaları. hatta ne yanında büyüdüğüm teyzesi kaldı annemin ne halası.

tüm yaşlılarımız hayatımızdan, sanki anlaşmışlar gibi çekiliverdiler. daha dedemin ölümünün üzerinden 1.5 sene geçmeden, anneannem öleli sadece 4.5 ay olmuşken, "bir sen kaldın" dediğimiz babaannemiz de gitti.

umarım hepsi bir yerlerde huzur içindedir.

Nur içinde yat babaannecim.




14 Haziran 2012 Perşembe

Atina, Atina...

Atina benim yurtdışına ilk çıktığım şehir.

23 yaşındaydım, öğrenciliğe veda etmek üzereydim, hatta Kimya Mühendisi olmuştum bile, yine de kalan birkaç Gıda Müh. dersi sebebi ile hala öğrenci kafasındaydım o zamanlar.

Yasmin ile gidecektik Yunanistan'a. o Selanik tarafında olacaktı, bense Atina'da.

Yasemin, özel sebepleri nedeniyle gelemedi benle ve ben bir gün tam 20 saat otobüs yolculuğu yaparak Atina'ya geldim yalnız başıma. Sabahın körüydü resmen, yolda zencinin birisi dadanmıştı, çok ürkmüştüm bu şehirden. ama uzun sürmedi :) pek de nezih olmayan, daha çok yurt havasına bürünmüş otelime yerleştiğim an, bu şehirde hayat hızla aktı bana. öyle ki, Yasemin'in Atina stajını da ayarladım, o da kalktı geldi sonradan.

her memleketten arkadaşlarımız oldu. gündüz staja gidip, akşamı plajda olduğumuz zamanlar oldu. günübirlik ada gezileri yaptık. Herhalde Türkiye'den sonra en çok hangi ülkenin şehirlerini gördün deseniz, Yunanistan'dır. Adaları, eski başkenti, sahil şehirleri, Selanik...

Gezdik de gezdik biz o sene. yıl 2005'ti. Ben kabuğumdan çıkmış gibiydim. ona ana kadar, kendime ne derece haksızlık ettiğimi anladım ben. Bu yıllar geri gelmeyecekti ve ben kıskançlık gölgesinde harcamıştım güzelim yılları. ama işte 23 yaşımda aklımı başıma getirdi bu şehir. Farklı ülkelerden, kültürlerden tanıdığım bir sürü insan (sanırım 30 kadar farklı insandık toplamda, hepimiz aynı otelde kalıyorduk ve farklı yerlerde çalışıyorduk) hayata bakışımı değiştirdi resmen. Kendimce birçok karar aldım ben o sene, ve şimdi görüyorum ki, uygulamışım.

Yunan dostlarımız da oldu, ama genelde başka ülkelerden arkadaşlarımız vardı. yine de Yunan halkının misafirperverliğine, bize çok benzeyen yaşam biçimlerine hayran olduk. o kadar benimsemiştim ki Yunanlıları, 3 yıl sonra İtalya'ya İtalyanca kursu için gittiğimde, yine gidip Yunanları buldum takılmak için.

Sonrasında bağlar yavaş yavaş koptu tabii. aslında 1 sene sonra yine gittim birkaç günlüğüne Atina'ya. sonra gelenler oldu, İspanya'dan, Almanya'dan, Yunanistan'dan... yine de eminim benim gibi herkesin aklında çok tatlı kaldı o hatıralar.

öyle ya, çok sonraları birbirimizi facebook'ta bulduğumuzda, paylaşılan fotolar altında birkaç cümle ile de olsa buluşuyoruz yine.

hatta facebook'ta şimdi Atina'da olduğumu görüp, anıları canlananlar da oldu.

ben yine Atina'dayım. yarın akşam döneceğim, azcık bile gezmeye vaktim yok, toplantı bitecek ve havalimanına gideceğim. Eski Ayşe olsa birleştiriverirdi haftasonunu takılırdı valla, ama kocişten bir geceden fazla ayrı kalmak istemedim. gerçi ani bir şekilde İzmire gitmesi gerekti onun da, yani İstanbul'a dönünce de kocam olmayacak iki gece :(

işte böyle. olur da 1 saat filan çıkabilirsem dışarı, resim çekerim. ya da belki akşam toplantıya gelenlerle çıkılır, bilemedim.  Neyse ki bildiğim, gezdiğim şehirdeyim, yoksa havaalanı-otel arası takılmak koyabilirdi şu havada :) (iç ses: zaten çok dokunuyor bu durum, çaktırma)

5 Haziran 2012 Salı

Pırlanta takıntısı...

Evet benim pırlanta takıntım var.

Bildiğiniz anlamda değil, çok pis karşıyım ben pırlanta taş olayına.

Öyle her konuda çok duyarlı olduğum söylenemez, hani pırlantanın çıkarılış şekli vs elbette etkiliyor beni, ama tek sebep bu değil.

Ben pırlanta denilen şeyin, bizlere tüketim toplumunun çok sağlam bir dayatması olduğunu düşünüyorum.

Bakın tektaş yüzük filan demiyorum, pırlanta diyorum. Yoksa sembolleşmiş şeyler benim tarzım değil vs triplerinde hiç değilim. Emre'nin evlenme teklifinde tektaş yüzük vardı mesela, ama pırlanta değil. Sağolsun Umutcan, Emre'ye demişti "boşuna paranı harcama, o pırlantaya karşı" diye. O yüzden sevgilim, pırlanta değil ama normal taşlı bir yüzükle geldi bana.

Özellikle sorulmadığı sürece, bunun muhabbetine pek girmem. Tek bildiğim eğer kuyumcu, bu işin ustası değilseniz farkı anlayamazsınız, net!

Emre'nin ablasının nişanımda taktığı pırlanta bir tektaş kolyem var. Yan yana koyuyorum yüzükle ikisini, yok ayıramam. he öyle clearance ı yüksek, bilmem tek parçalar belki parlıyordur, ne bileyim. Ama bizim seviyemizde insanların aldığı yüzükleri ayırmak imkansız.

Peki alındığı anda, değerininin 3'te 1'ini anında kaybeden, anlamayan insanlara sahtesinin yedirilebileceği bir taşa niye bu kadar para harcanıyor?

Hele kadınların kendilerine gelen pırlantaya göre değer gördükleri sanrısı yok mu, beni benden götürüyor. yahu takacaksın bunu, bozdurmayacaksın, öylece duracak bir yüzük için milyar harcanır mı? karşındakinin parası aslında senin paran değil mi?

Sözüm zenginleri bağlamasın, saçacak yer aranıyorsa, çok anlamsız değil.

Ama ben aylık geliri 2000 tl olan bir adamın, gidip bir pırlanta yüzüğe 4000 TL vermesine acıyorum, eleştiriyorum, belki at gözlüğü bu, ama bu da benim fikrim.

Mesela çok yakın bir arkadaşımın annesi, erkek tarafı 5 taş yüzük taksın demiş. Oturup hesap kitap yapıyorlar, 4000 TL'yi de bütçeye katıyorlar. Lan yazık değil mi? İşte adam bir tane almış pırlanta, ikinciyi bari istemeyin, o paraya beyaz eşyalar alınır be. kızcağız da "normal taşlı" al bari, annemlere demeyiz deyince, "olmaz ya hep ya hiç" demiş. he hepin pırlanta olduğunu çünkü Allah, yasa, kitap söylüyor di mi? aynı kişi pırlanta yüzük araya araya artık çok iyi anladığını söyledi, üşenmedim parmağımdakini çıkardım verdim, değer biç dedim, valla benim zirkon taşlı yüzük 1000 dolar ediyormuş, öğrendim :)

Tüketici yönüm oldukça fazla benim. Çabuk gaza gelirim, para harcarım. Ama tükettiğim şeylerin en azından işlevi olmalı bence, telefonsa kullanırsın, tatilse eğlenirsin, yemekse yersin. Ama parmağımda servet taşıyacağım diye, bütçemizden bir yerli araba parası harcatmam. Çünkü o kadar zengin değilim ben. Ne yazık ki, pırlanta yüzüğe bilumum anlamlar yükleyen kızların çoğu da o kadar zengin değil, ve aslında o yüzüğe harcanan para siz "evet" dediğiniz an, ortak bütçenizden çıktı.

Teklifte tek taş, düğünde üç taş (aa dün/bugün/yarın olayı), doğurunca 5 taş (bunun anlamını bilmiyorum)... aha o tek taş parası ile güzel bir tatil yapılır, 3 taş parası ile TVnizi alırsınız, 5 taş parası ise çocuğunuzun odasını kurmaya yeter :)

Yapmayın etmeyin, kendi evimiz, arabamız olsun diye yaşam kalitenizden taviz verip para biriktirmeye çalışanlardansanız, bir ay köşeye 300-400 TL atınca mutlu olanlardansınız; sevgilinize, nişanlınıza, kocanıza pırlanta kötülüğünü etmeyin.



1 Haziran 2012 Cuma

yazı getirdik :)

Ben getirdim valla yazı bu sabah itibari ile.

Hava duyuyor musun, umrumda değilsin, takvim Haziran diyor, seni takmıyorum ben, aloo kime diyorum, düzel artık.

Kocamın şaşkın bakışları arasında çektim üstüme askılı penyemi, ooh free Friday, kot da giyebildiğimiz bir gün, spor ayakkabılar filan, tam bir yaz kadını oluverdim. üzerime olan, yeni aldığım tek kotum kirlide olduğundan, mecburen evlenirken aldığım kotu giydim, yok anam yok, içinde yüzüyorum. Emre'ye "aşkıııım biliyorum çok masraf oldum ama.." diye gider gitmez, "tamam anlaşıldı, bu dukan tekstil firmaları ile anlaşmalı, tek amacı Emrenin paralarını hacılamak, aylardır tüm paramızı süte, yoğurda, ete yatırdığımız yetmedi herife" diye söylendi.

Bu arada sanırım erkeklerin ortak noktası, Fuly'nin şu yazısında p...k diye kullandığı cümlenin çok benzerini her gün duyuyorum, "dukan denilen p..k ocağıma incir ağacı dikti" diye.

Ben Fuly kadar azimli değilim, güçlendirme denilen şeyi yapamıyorum malesef :( dün öğlen waffle yedim mesela, akşam da Hamide ve Fuly yemekten sonra dediler tatlı yicez biz. he iyi tabii, ben bu salatayı keyfimden yedim zaten :) paşa paşa tavul göğsünü de birkaç çatalda indirdim mideye. dukanla iletişime geçmem lazım, haftada bir ödül yemeği az, bari 5 yapaydık şunu ? neyse ama çok güzel bir akşamdı bloggerlarla, insanın okuduğu hayatları dinlemesi bambaşka bir zevkmiş;) daha ayrıntılı bir yazıyı Hamide'cim yazmış bugün zaten.

Bu arada yazın gelmesi ile şirkette yine adım atmaca, GCC günleri başladı. GCC tüm dünyanın katıldığı bir oyun aslında. günlük adım sayılarını giriyorsun, takımını motive ediyorsun ve dünyanın bir noktasından başlayıp (bu sene Londra idi) başka bir noktasına kadar sanal olarak yürüyorsun.

Bugün fark ettim ki, bu sene GCC'nin gönderdiği pedometreler adımları bendekinden daha çok sayıyor, kaptım bir tane hemen. Hemen bakıyorum şu saate kadar 1884 adım atmışım, çok az. günlük adım en az 10.000 olmalı diyor GCC. Geçen sene valla ev arama dönemime geldiydi bu yarışma, tüm takımı sırtlıyordum, günde 20.000 adım ile, o ev senin, bu ev benim, o mobilyacı senin, bu benim gezerken.

Ne yazık ki bu güzel cuma yazısını kesmek zorundayım, devlete mektup yazcam bisürü, çook işim var bugün çook.

Şimdiden güzel hafta sonları...

23 Mayıs 2012 Çarşamba

PSİKOLOJİK MİM:)

Sevgili sewooo beni mimleyeli aylar oldu biliyorum :)

Biraz fazla zaman geçti ama geç olsun güç olmasın diyerek yapıyorum bu mimi.



1. Kendini seviyor musun?

%80 zamanlarda evet :) Ben sevilmez miyim yahu? he %20 lik, kendime sinir olduğum durumlarım da var, bu da böyle bir itirafım olsun.

2. Yapmaktan hoşlandığın şeyler?

maç seyretmek : valla her şeyi unutuyorum, tek derdim o top bizim kaleye/potaya değil, karşı tarafın kalesine/potasına girsin oluyor :)

yazmak : yazdıkça rahatlıyorum ben, çok seviyorum yazmayı.

gezmek : sevmeyen varsa, aklına şaşarım.

3. Hedeflerin nelerdir?

küçük hedeflerim var benim. en yakını kilo vermekti yaptım. şimdiki hedefim araba almak. taaa sonraki hedefim daha güzel bir evim olması mesela :)


4. Nefret ettiğin şeyler?

paranoyak insanlar, problemli bünyeler. hiçbir şey yapmayıp başkasının üzerinden geçinenler. yüzsüz insanlar. bu liste uzar.

5. İlham aldığın kişiler?

Açıkcası aklıma ilk etapta birisi gelmedi :) ama pozitif ve olumsuzlukları kovan insanlara hep hayranımdır.

6. Favori şarkıların, filmlerin, kitapların nelerdir?

favori kitabım; Rüzgar Gibi Geçti (kaç yıl oldu okuyalı, ama hiçbir kitap aynı tadı bırakmadı bende)
favori filmim; Politiki Kuzina (Ben gizli bir Yunan hayranıyım:))
favori şarkım; Sen Benim Şarkılarımsın

7. Birisinin yazdığı ölüm notunu bulmuş olsaydın ne yapardın?

Kim olduğuna ve benim o notu ne zaman bulduğuma göre değişir tabii. Böyle durumlar beni mahveder, psikolojim alt üst olur, umarım hiç başıma gelmez.
8. Kendini tek bir cümleyle anlatabilir misin?

İnadı inat, çözüm odaklı, elinden geldiğince pozitif bir kul.

Sevgiler...

55...55...55

Bu gözler bunu gördü :)

tartıda, küsuratını saymazsak, 55 rakamını gördü.

dikkat etme ile başlayıp, dukana dönüp, sonra meyvedukana, sonra da azcık tahılmeyvedukana dönen diyetimde, geçen hafta itibari ile 55 rakamını gördüm:)

resmen 36 bedenleri alıyorum elime kabine giderken.

artık "bu bana olmaz ya" ümitsizliği ile değil, "nasıl durur acaba üstümde" lafıyla bakıyorum kıyafetlere.

evin içinde bile aynanın önünden geçerken, göbek ve popo kısmına bakıyorum, eski görüntümden eser yok.  tamam manken gibi değilim ama normale döndüm artık, bunu da yürürken nefes alışımın bile değişmesinden alıyorum.

67 kilo seviyesini gören bu gözler, şimdi bayram etmesin de ne yapsın?

kayınvalidem sebebi ile 4-5 gündür biraz ucunu kaçırdım, pastadır, dondurmadır, irmik helvasıdır, ama porsiyonlarım küçük dukan amca, kızma bana, valla güçlendirme yapacak motivasyonum olmasa da elimden geleni yapacağım.

ben bari evime artık bir tartı alayım da, eğer kiloda artış görürsem kendime "cıs" diyebileyim ;) malum tüm diyet boyunca, haftada bir kere, annemde tartıldım hep demotive olmayayım diye günlük değişikliklerden.

bu konuya kocaman bir tik atıyorum artık, evlenirkenki halimden bile zayıfım resmen :)

ufak hedeflere ulaşmak bile ne mutlu ediyor insanı, resmen zafer kazanan bir komutan edasındayım.

fully ciğime selam eder, yanaklarından öperim.

mutlu bir günden selamlar...

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Bu hafta sonu biz...


Geçen hafta Perşembe Emre'nin annesi ve babası geldiler İzmir'den. bu tarihi not edelim, onları İzmirlerinden çıkarmak zordur. Nişan, nikah ve de bu işte, toplamda 3 kere geldiler şehrimize. evimizi de ilk ziyaretleri oldu tabii.

valla keyfim yerinde, elimi sıcak sudan soğuk suya sokmuyor kayınvalidem. ilk gün utandım, sıkıldım filan ama sonra saldım, olay "anne acaba şunu mu pişirsek" e döndü şu an, oh valla ev de toplu kalıyor, temiz oluyor, raflar düzenlendi, bulaşık olmuyor hiç mutfakta, iyiyim baya yani;)

Cumartesi günü, kayınvalidem erkenden kalktı giyindi, niye mi? çünkü Cuma gününden stada götürürüz seni demiştik. nasıl bir heves, çocuk gibiydi resmen. önceden söyledim mi bilmem, Emre'nin annesi benden beter fanatiktir, hani futboldan da anlar, öyle boş konuşanlardan da değildir :)

Neysem efendim, arabası olmayan garibanlar olarak, metro ile gittik stada. ama stadın metrodan girişi kapalıydı? herhalde resmi tatil diye kapalıdır dedik, ama işin aslı öyle değildi. TEM'den üst geçitten gititk ki, bizim store açık gayet de. bu metronun kapalı olmasını sonradan anlamlandırdım ben.

neyse store alışverişimizi yaptık, atkılar, t-shirtler, kupalar alındı :) resimlerimizi de çekildik;)

 

 

Stada girmemize sağolsun bir görevli yardımcı oldu. Emre ne dedi de ikna etti bilmiyorum ama anneye maç izlediğimiz tribünü gösterebildik. o kadar mutluydu ki kadıncağız, ağlayacaktı nerdeyse.

Bu arada statta çalışmalar var. öğrendik ki, AKP'nin genel kurulu burda yapılacakmış bu hafta sonu. Statta genel kurulun ne işi var di mi? bu stat Galatasaray'ın değil, üst kullanım hakkı bizde. e spor dışı müsabakalarda da paşa paşa kullanıyorlar işte stadı. hani konser de oluyor hesabı yapanlar var ama nerde görülmüş bir stadyumda bir siyasi partinin genel kurulunun yapıldığı?

Sonra yol boyunca gördüğüm "Arena'da büyük buluşma" afişleri anlamlandırdım. açılışında ıslıklandığı stadı özellikle seçmiş olmalı... tiksiniyorum.

Bu tatsız konuyu gündemimize almamaya çalışarak boğaza gittik stattan. Yeniköy'de nargile ve çay keyfi, evimizde yerine rakı balığa bıraktı ;)

Bugün de misafirler, kendi kendilerine Sultanahmet keşfine çıktılar, umarım kaybolmadan gelirler valla :)

ve haftasonunun en güzel gelişmesi : 4 yıldır omuz omuza Galatasaray şarkıları söylediğim (aslında 4 yıldır tanıdığım :))  Semacanım, dün akşam evlendi. çok ama çok güzel bir gelin olmuştu:) Allah ömür boyu mutlu etsin inşallah. ne yazık ki resim alamadım, ama onun şerefine ikimizin bu en sevdiğim resmini yayınlamak istedim. eh artık, deplasman seyredilecek hane sayımız iki oldu;)






18 Mayıs 2012 Cuma

1 2 3 4 Aşkım Şampiyon!!!

ne kadar mutluyuz seninle

ne kadar mutluyuz bilemezsin
zor günlere katlandık birlikte
zor yollardan geçtik el ele
ne kadar mutluyuz seninle
şampiyon

1 2 3 4 cimbom şampiyon
1 2 3 4 aslan şampiyon
1 2 3 4 işte şampiyon
1 2 3 4 gerçek şampiyon

sanırım biraz geç kaldım şampiyonluk postu için :) aslında kafamdan upuzun, analizli, karşılaştırmalı, bu sezon yaşananları özetleyeci bir yazı yazmak geçiyordu. hatta bir tane yazdım da, ama yayınlamamaya karar verdim onu.
 
kardeşimin totemi yüzünden, yığınla para verdiğim evimdeki lig tv'yi bırakıp, Bakırköy'de bir ocak başında izledim son maçımızı. sonunda gülen biz olduk, hem de ağır bir psikolojik baskı ile çıktığımız rakibin stadında, rakip taraftarın önünde.
 
karanlıktı, değildi, TFF başkanı Fener'e kupa verirkenki gibi gülümsemiyordu, geçiştirir gibi kupa verdiler, yok başbakan talimat verdi (padişah ya) tartışmalarını da yazsam ayrı ayrı 10 post olur ama yoruldum bunlardan da.
 
maç  sonrasında yaşananlar hakkında, tüm bloglarda birbirinden siyahla beyaz kadar farklı olan bir sürü yazı var. benim yazacaklarım da aşağı yukarı galatasaraylıların "yaa evet ya", fenerbahçelilerin "de get", beşiktaşlıların "yiyin birbirinizi" yazısı olur işte. fikrimi de böylece söylemiş olayım yine.
 
ben futbolun masumiyetini özledim çok. şike idi, metristi, siyasetti, o suçluydu, o suçlu ama aslında ondan değil yapılanlar muhabbetleriydi, sidik yarıştırma idi, yönetcilerin kavgası idi, yayıncı kuruluştu filan; bunların olduğu ortamdaki başarıları değil, tatlı rekabetleri özledim ben.
 

işte o yüzden postun başına, masum zamanlarda kalan bu şampiyonluk şarkısını yazdım.

geçen sene ligden düşme geyiklerine konu olan bu takımın bir sene içerisinde toparlanarak ve de güzel oyun seyrettirerek bize bu anlamlı şampiyonluğu getiren takımımıza ve teknik heyete teşekkürler.

Fenerbahçe de elimizden oyuncağımızı aldı Çarşamba günü :) Haklılığı haksızlığı, söylenenleri bir kenara bırakırsak, futbol takımı çok zor bir dönemde aldı bu kupayı. bu yüzden takdiri de tebriği de fazlası ile hak ettiler. hayırlı uğurlu olsun müzelerindeki Türkiye kupası.

umarım gelecek sezon, para babaları için değil, Türk taraftarlar için çok daha güzel geçer.

bu resimler de Florya hatırası...








9 Mayıs 2012 Çarşamba

2012 sözünü tutar mısın? :)

mayıs ayına girerken bu senenin, bakalım yılbaşı dileklerimiz ne durumda ;)

1- klasik olacak ama sağlık dileyeceğim ben. Annem geçenlerde yine rahatsızlandı, yine ödüm koptu. üstelik artık yanında da olamıyorum sürekli :( Allah beni, eşimi, ailemi, sevdiklerimi korusun, dert verip derman aratmasın 2012'de. Kimsenin acısını yaşamayalım, ben elimde olsa ölüm denen şeyi iptal etmek isterdim ama madem gerçekçi olacağız, ani ölümlerden, beklenmedik acılardan uzak bir yıl olsun 2012, olur mu?


sana küsüm bu konuda. hiçbir şeyi olmayan anneannemi aldın benden, hala içim yanıyor :(
annem yine hastalandı, çok şükür ki atlattık. Babacığım da kalbinden by pass oldu, neyse ki onu da atlattık. ama daha iyisini yapabilirsin di mi ? yine de şükür diyelim, beterin beteri var derler.

2- ikinci dileğim kendim için değil. bu sene canım kardeşim, canım arkadaşım Şerom, tribün dostum Semacanım evleniyor. yine aynı zamanda Tubitos ve Pembe Mor Alg'i de unutmadan, evlenecek olanlara, benimkinden kat kat daha güzel bir düğün (kendiminki çok içime sinmişti de :)) ve ağız tadı diliyorum.

e hiçbiri evlenmedi henüz ama az kaldı az, şüphem yok bu dileğim gerçek olacak :) haftaya semacanın düğünü ile başlıyoruz ;)

3- bu dileğim de kendim için değil. ismini vermeden söyleyeceğim iki çok yakın dostum, direk çekirdek ekibimden iki kişi, bu sene anne olmayı planlıyor. Umarım 2012'de hayallerine kavuşurlar, bebeklerini sağlıkla kucaklarına alırlar bu yıl. artık yetişmeyenler de, 2012'de güzel bir hamilelik dönemi geçirir ve 2013'de anne olurlar tabii.

Efenim henüz yılın ilk yarısı dolmadan, 12'den vurduk bu dileği. her iki arkadaşım da şimdi anne adayı, bebeklerini bekliyoruz şimdi, hepimizde ayrı heves :)

 
4- Eşim kariyer planında değişiklik istiyor. Benim kariyerimi değiştirmem için geç, zaten öyle bir planım da yok. o yüzden 2012'de kendi adıma stabilite, eşim adına güzel fırsatlar diliyorum.

konu ile ilgili gerkeli adımları atıyoruz, bu dilek, diledim oldu dileği değil, elimizdne gelenleri yapmaya başladık, hayırlısı :)

5- Yıllardır araba almak isterim. Bazen her zaman bir aksilik çıkmasında bir hayır var mı diye düşündüğüm oldu. Eğer hakkımda hayırlısı ise bir Toyota Yaris veya Auris istiyorum 2012'den :)

bunu yapacağım sanırım ya, 1-2 ayı kaldı ;)

6- 4 arkadaş ortak milli piyango biletleri aldık. hepimizin hayat kurmanın ilk başında emekleyip duruyoruz. bizi şöyle azıcık ivmelendirecek bir şeyler çıksa süper olur :) çok değil bir sonraki dileğime peşinat olsa yeter :)

başka baharlar diyelim, elde ettiğimiz 60 TL'lik amorti-son iki rakam da bu ay eridi.


7- Bir evim olsun istiyorum. yani makul bir faiz ödenecek bir borca girsem de yeter. işte peşinat lazım, o da 6 numaradan gelse süper olur. ama elzem değil, 2013'e kalabilir bu dilek:)

bunu geçtik. sadece evimden memnun olmadığımdan, daha fazla kira vermeyi göze aldım ve ev değiştirmeye karar verdim. e bu dileği de sanırım 2014'e almış olduk ;)


8- 2012 yılında hiç ek hesaba girmeyelim istiyorum. çok basit görünebilir ama psikolojimi bozuyor bu durum, ne olur eksi bakiye görmeyeyim hesabımızda artık :)

Mayıs itibari ile %80 oranında başarı sağlanmıştır, oley oley oley!


9- Eşimle balayı hariç tatil yapamadık biz. Bu sene bir kayak, bir yurtdışı, bir de yaz tatili diliyorum. Sanırım bu da 8. maddeyi zora sokuyor, e dilek bunlar yani, ben dileyeyim de :)

Kayak tatili : Yapıldı
Yurtdışı tatili : 2 gün de olsa Londra'ya gidildi.
Yaz tatili : e daha yaza var ;)
8. madde 4-5 ay ötelendi, amaaaan bu madde daha önemli idi zaten, hıh!


10- Daha düzenli bir insan olmak istiyorum. 2012 yılına, 2011'de biriken tüm işlerimi bitirerek, temiz temiz girmek istiyorum.

Tüm işleri bitirerek girdim de, 4 ayda yine her şey karman çorman oldu. Yok benden bu konuda adam olmaz.


11- Çok sevdiğim ve bir türlü yüzüne şans gülmeyen 4 arkadaşım var. 2012 onların senesi olsun, hayat arkadaşlarını bulsunlar, istedikleri işte olsunlar. 2011 bana ne getirdiyse, 2012 de onlara daha iyisini getirsin.

bu konuda bir tanesinden ümitliyim. evet evet başarabilirsin boncuğum az kaldı, bari %25 tutturacağım senin sayende :)


12- Galatasaray şampiyon olsun, şampiyonlar ligine katılsın, elenmeden 2012'yi tamamlasın. İçinizden e CL şampiyonluğu dile dediğinizi duyar gibiyim, yok onu 2012 sonunda dileyeceğim, malum yıl sarkıyor :)

valla kendi elleriyle resmen verdiler şampiyonluğu. bu konuda sinirli, üzgün, stresli değilim. sezon başı play off sistemi var dediler mi? dediler. 9 puan fark atsak kaç yazar atmasak kaç yazar, oyun içinde kurallar bozulmaz (bu sene için ironik bir söz, her türlü kural bozuldu ama...)

 Cumartesi şampiyon olursa çok mutlu olurum. Olmazsa da üzülürüm, son maça kadar lider gelip son gün giderse tabii. ama yine de bu dileğim için de tatmin oldum ben bu sene.


valla 2012 Eylül gibi bir sınav daha yapacağım, ayağını denk al, bir şeyler daha yap!!






7 Mayıs 2012 Pazartesi

madem...

Madem şike yoktu, 58. madde niye değişti?

Madem, sahaya bir şey yansımadı, birileri biye ceza aldı?

Başladığından beri içine en ufak bir heves getirmeyen, yenip yenildiğmiz, berabere kaldığımız maçlarda bile eski duygularımdan eser bırakmayan play off kimin cebini dolduruyor?

Azıcık sağduyusu kalan Fenerli varsa, şu kararları okuyup "hakkaten ya niye" demeli.

Bu işte renkler taraf değil.

Bu işte taraf para ve temiz futbol.

Biz temimiz diye de biklemem ben.

Kirleri, pislikleri;  yasaların değişmesi, talimatnamenin değişmesi, ayarladıkları kurulun kendilerini kurtarması ile bile temizlenmeyenler sussun yeter.

Bunca yıllık futbol aşkımın içine edenler de sussun.

Tek bir maçı kaçırdığımda, üzülmeyi özleyeceğim.

Gol attığımızda gerçek anlamda sevinmeyi özleyeceğim.

İçimden bir ses "bitti" diyor. Artık hiçbir zaman eskisi gibi sevemeyeceğim bu ülkede futbolu.

İçimdeki bu masum tutkuyu köreltenler sussun artık.

Sadece ilahi adalet konuşsun!


25 Nisan 2012 Çarşamba

Mayıs'a ramak kala...

Yeni kayıt gireyim diye bir geldim ki, bizim blog şekil yapmış :) alışacağız artık, hoş olmuş bence...

Dostlar bugün performans görüşmem var. yok valla zamdı, primdi, terfi idi hiç umrumda değil. başıma gelen onca tatsızlıktan sonra, moralimi bozacak bir şey söylenmesin, hayırlısı ile gelsin geçsin bana yeter. zaten hiç beklentimin olmadığı bir sene.

Üstelik performansı yapacağım, bağlı olduğum direktör Fenerbahçeli. hayır Fenerli olduğunu biliyordum da, fanatik olduğunu bilmiyordum. klasik derbi sonrası tuttuğu takımın atkısı ile gelip, kravatını takanlardan. işte bir de yöneticin olunca bir şey diyemiyorsun. dün Fenerbahçe atkısı koyduğu sandalyede 5 dakika geçirdim. yahu bari kendi sandalyene as, misafir sandalyesini niye asarsın. düşünsenize, güçlüler dünyası işte, zaten üzülmüşüm, kahrolmuşum her kaçan golde, sesim kısık gelmişim işe, bir de bu sahne :(

Her neyse bugün işte kendisi ile performans görüşmem var. şurda güzelim Mayıs kendini hissettirirken, Fenerbahçe atkısı yanımda tüm sene iyi çalıştığımı ispatlamam lazım. üstelik hiç hazırlanmadım :(

O zaman ben blogdu, işti güçtü bırakıp, şu görüşmeye hazırlanayım değil mi ?

Bu arada yediğim tüm muzlara, armutlara, elmalara (hem de her gün), içtiğim 3-4 kadeh şaraba, ve de haftasonu dayanamayıp yediğim meyve salatalı bir cup dondurmaya rağmen, kilo almayı bırakın, vermişim yine.

Demek ki Dukan'ı kendime modifiye etmeyi başardım, meyveli dukan :)

he kilom mu ? 57.2 efenim. Başlangıç noktamın 66 olduğunu da hatırlatayım da ;)

17 Nisan 2012 Salı

bahar gelecek misin?

geçen senenin baharı getiren günü bana : 16 Nisan

Söz verdiğimiz ve alyansları parmağımıza geçirdiğimiz günün üzerinden tam 1 sene geçmiş.

o alyanslar bir ömür bizlerle kalsın...

Bahar geldi mi, geliyor mu derken; yağan yağmurlar gösterdi ki, yok anacım gelmemiş bu mevsim sanki. yağmur yağmasından öte, bahar yağmuru gibi yağmadı ki mübarek...

Hafta sonu güzel havada bir İzmir planlamıştık, hmm tur güzel oldu ama hava için aynı şeyi söyleyemem doğrusu.

Olduça zor gittik İzmir'e. 2 hafta önce, babacığımın ameliyat durumunu öğrenince, üzerine bir sürü para bayılıp değiştirdiğimiz biletlerden bana ait olanı yine kullanılamadı, niye mi? ofisten çıkamadım, iş fenaydı ve Cuma akşamı kaldım ofiste. Kocamı İzmir'e gönderip, ben baba evine gittim. Sanırım özlemişim eski yatağımda uyumayı, gidemeyişim sinirlendirse de eski yatağımda bir gece ve aprtman arkadaşımla eski günlerdeki gibi muhabbet iyi geldi. e Cumartesi ilk uçakla (kargalar kahvaltı etmeden) yetiştim İzmir'e ben de.

Kahvaltı diyince.. benim dukan hafta sonu azcık yalan oldu yahu. her iki sabah da yarım simit (aa gevrek o gevrek :)) yedim, ne kepeğim vardı ne ekmeğim, ne yapayım :(

he bir de akşam sofrasında balığa eşlik eden sarmalardan da azcık kaçırdım, ya sanırım pişmen değilim:s

Salon tam bir derbi tasarımında, masanın yeri değiştirlmiş, büyük televizyon buraya alınmış, hatta elektrikçi çağırılmış ki şöyle ailecek maç seyredelim. evet yağmura takıldık işte, ailecek survivor izlemek durumunda kaldık yani :)

Pazar nispeten daha iyi bir havayı İzmir'de bırakıp, 2 saat rötar yapan uçağımızla döndük şehrimize.

artık kaldığımız yerden, iş güç, koşturmaca devam edeceğiz.

dukanı da nasıl olsa bozuldu diye bırakmadım vallahi, sabah yoğurt, yumurta, peynir üçgenimi kurdum yine. ben istediğim kiloya ineceğim, kaçarı yok.

akşam da İnönü deplasmanından 2-0 galip çıkınca değmeyin keyfime vallahi...

çalışmak lazım tabii. amaan çalışırız, ne yapalım di mi? Sağlık olsun da...

7 Nisan 2012 Cumartesi

önce sağlık olsun da...

hani başımıza kötü bir şey geldiğinde, bir şeye gereğinden fazla para ödediğimizde,  değerli bir şeyimiz kaybolduğunda veya çalındığında, ya da ne bileyim bir maçı kaybettiğimizde, bir işe alınmadığımızda, zam alamadığımızda vesaire vesaire... deriz ya : sağlık olsun!

insan sağlık olmayınca, bu söylenen sözün ne kadar değerli ve aslında yerinde olduğunu anlıyor hep. her şey düzelince, yine gündelik sorunlar başlıyor can sıkmaya ama işte kendinin ya da bir yakınının sağlığı riske girdiğinde, o "sağlık olsun" lafının en iyi dilek ve temenni olduğunu anlıyor insan.

çok şükür babamın ameliyatı iyi geçti. hafta sonları, annemi dinlendirmek ve evindeki işlerini yapabilmesi adına ben bekliyorum hastanede. şu anda da hastane camından, güzel bir bahar gününü seyrederek yazıyorum bu yazıyı, babam "hava güzel, gezemiyorsun" dedi demin, kucağındaki kırmızı kalpli yastığı ile uykuya dalmadan hemen önce.

aman be baba...

önce sağlık olsun da, daha baharın başındayız, her hafta sonu gezerim ben.

önce sağlık olsun da, işyerindeki problemlerim elbet bir gün biter, olmadı başka iş bakıveririm değil mi?

önce sağlık olsun da, bu ay değil, 3 ay sonra para biriktirmeye başlarız belki.

önce sağlık olsun da, şu 20 gündür hiçbir şey yemememe rağmen gitmeyen kilolar biraz daha kalıversin.

her şeyden önce, ama her şeyden önce, sağlık yanımızdan ayrılmasın yeter ki...

he bu arada kilo demişken ;)  yaklaşık 20 gündür 60.4 rakamında takılan tartı vardı, hatta evvelsigün akşam hastanedeki tartıda da 60.5 çıkmıştım. bugün yine çıktım burdaki tartıya, 59.6 dedi valla :) demek ki ben pes etmeyince (tamam meyve, light meyveli yoğurt filan yedim, 1+1 kuralına da pek uyamadım ama) vücudum pes etti ve kilo vermeye devam edecek.

herkese bu güzel, güneşli havada güzel bir haftasonu diliyorum :)

31 Mart 2012 Cumartesi

Canim babam

Hastanedeyiz su an.

Tabii ki,her zamanki gibi sehir disindaydim. İlerleme var ama babam ilk kriz gecirdiginde yurtdisindaydim,neyse ki bu sefer bir ucakla gelebildim hemen.

Neyse ki aylardir anjiyo olmasi icin yalvardigim babam krizin esiginde yetismis hastaneye.Uc ana damar tikali,yetisemese kurtulmasi zordu dediler.

Cigerlerini hazirlayip Pazartesi by pass'a alacaklar.Gunde iki paket sigara icen birini hemen ameliyata alamazlarmis.Halbuki dun bitseydi,zaman gecmiyor sanki.

Doktor kalp krizi yeniden baslayabilir dedigi icin diken ustunde bekliyoruz.

Ameliyati nasil bekleyecegim bilmiyorum.

Annemle o kadar cok yiprandik ki hastaliklarla... Ama babami, o guclu adami yatakta gormeye dayanamiyorum.

Allah kimseyi saglikla sinamasin.

Dualarinizi esirgemeyin...

23 Mart 2012 Cuma

Bugün Cuma...

Kilo vermem durdu.

Ama ben hiçbir şey yemiyorum ki :(

neyse ki Dukan amca açık açık demiş, durduğu zamanlar olacaktır.

o zaman ne yapıyoruz?

yılmadan devam ediyoruz.

sebze+protein günü olan, sabahında domates, jambon, beyaz peynir ve yulaf kepekli yoğurt yediğim, güzel olmasa da, güzel yapmak için çabaladığımız güneşli bir Cuma gününden selamlar efenim :)

20 Mart 2012 Salı

Dukanıma dokunma...

hepiniz biliyorsunuz, dukan diyeti yapıyorum bir süredir.

takvime bakıyorum : bugün 16. gün

işyerinde irademi ve zayıflamamı gören iki arkadaşım daha katıldı bana.

ancak meyve veren ağacı taşlarlar misali başladı eleştiriler :

- sağlıksız
- verdiğinizden fazlasını alacaksınız
- kas kaybı olur
- ani verilen kilolar tehlikelidir

en komiği de, protein diyeti değil mi bu? e o zaman nohut da ye, onda da protein var yorumları...

ya bir kere bu vücut benim. ikincisi, herkes eğitimli de ben mi cahilim anacım, hayır susayım diyorum ama kapı gibi Gıda Müh. diplomasını da seresim geliyor önlerine.

he biri de faceden yorum yapmış, Dukan tehlikeli, Karatay yapıyorum ben, bir ayda 3,5 kilo verdim. he Dukan diyetinden zeytinyağını çıkarıp tereyağı koyunca sağlıklı oluyor di mi?

ben de her türlü tek taraflı beslenmeye karşıyımdır elbette. ama bir şeyleri iddia ederken altını da doldurmak lazım. nasıl kas kaybı olacak pardon? protein alıyoruz sürekli. bakın en önemli tez böbrek olayı, bu kısım doğru ama günde en az 2 lt su içerek zaten o da çözülüyor. he bir de ani kilo vermeymiş. ne anisi arkadaşım ben dukanla birlikte (öncesi bir diyetim de var)  toplam 1.5 aydır kasıyorum kilo vereceğim diye, emek bu emek :)

gelelim benim dukanın tek taraflı olmadığı iddiama:

- şimdi kilo vermek için yağları yakmak zorundayız, bu kesin mi? kesin.. zaten hiçbir diyet sana yağ ye demez. he dukanda istediğin kadar ye diyor, ben bunu kolesterol, damar sağlığı açısından çok uygun bulmadım kendimce. genelde tavuk ve balık tercih ettim. 2-3 kere de kırmızı et yemişimdir. kimse bana hiç yağ almıyorsun diyemez, en kral yağsız etin %10'u yağdır.

- şekere izin veren bir diyet bileniniz var mı? ben bilmiyorum da. en fazla haftada bir yiyin der. eh dukan da ödül öğünü demiş işte buna, sadece biraz sabır diyor. karbonhidrat desteği olarak yulaf kepeğini de eklemiş, valla dün fırında kekini bile yaptım, bugün diğer dukancılara verdim, mideleri bayram etti :)

- geriye kalıyor? vitaminler... bakın bu doğru, eğer her gün düzenli olarak meyve tüketen biriyseniz, haklısınız sağlıksız demekte. ama bu atıp tutanların çoğu pizza ile, pide ile beslenip yaptığım rejime çamur atan insanlar. neyse dukan zaten vitamin alın diyor. hatta bağırsak sorunuz varsa kayısı yiyin bir tane diyor.

pekii ben diyeti nasıl uyguluyorum :

- etleri yağsız alıyorum, ama eğer öğlen restauranda yiyorsam açıkcası yoğurt ve et çok yağsız olsun diye kasmıyorum, akşamına telafi ediyorum.

- haftasonu yağsız peynire ek olarak azcık kaşar, örgü peynir filan da tüketiyorum.

- kesinlikle her gün tartıya çıkmıyorum. düşünün cumartesi günü 60.4 e inen kilomun 60.9 olduğunun görünce nasıl dellendim, gerek yok sürekli çıkmaya. zaten dukan sebzeler girince alıyor gibi olursunuz dedi.

bu arada bu hafta sonu kiloma bakıp, diğer arkadaşlarla birlikte, Dukan'ın 2/0 diyetine geçeceğiz. Dukan buna sadece bacak/basen çevresindeki yağlar için, üst tarafı ile problemi olmayan kişilerin diyeti diyor. 5 gün, abartmadan istediğinizi yiyerek, iki gün de protein tüketilerek uygulanıyor diyet.

biz yine de o 5 günü Dukan'ın sebzeli formülüne, sadece bir porsiyon meyve ve iki dilim ekmek/müsli ekleyerek geçireceğiz. ama tabii haftaya pazara kadar verdiğim kilolar ve spora başlamış olmam çok önemli buna geçiş yapmam için.

inşallah Temmuz ayına, 56 kilo ile ve de sıkı bir vücut ile gireceğim :)

19 Mart 2012 Pazartesi

zor günler...

çok zor günler geçiriyorum :(

düşünün koca bir derbi geçti, derbinin heyecanı bile benim Cuma günü yaşadıklarımı bastıramadı.

aileme hakarete kadar gitti olay. sanmayın ki, üniversite mezunları basitleşmez iş ortamında.

ortaokulda duymadığım, kanıtlanmasını bırakın, konuşması bile komik olan çocukça şeylerle suçlandım. bendne bakış kaçırıyor, bana kötü bakıyor, yanımdan hızla geçiyor vs vs. bir sonraki aşama ise "saçımı çekti" olacak, bekliyorum.

 aile terbiyesi almadığım iddia edildi.

ve kurunun yanında yanan yaş oluyoruz, bir arkadaşımla beraber.

her şey açık, herkes tarafından görülüyor, biliniyor.

ama şirketim kimseye kötülük yapmamak adına, olayları çözmeye çalışıyor. üstelik biz, normal insanlar da mecburen "zanlı" olduk :(

aslında iyi niyetli yöneticilerimiz, bunun çok net farkındayım. ama dayanacak gücüm gerçekten kalmadı benim :(

akıl sağlığım bozulmazsa iyidir...

13 Mart 2012 Salı

iftira...

sanırım iş hayatımın en büyük şokunu yaşıyorum iki gündür.

beyninin nasıl çalıştığını anlamadığım, elimden geldiğince az muhattap olarak kendimi korumaya aldığım (ya da aldığımı sandığım), ama kafasında beni sürekli onun kuyusunu kazmaya çalışan biri olarak düşünen kişi meğerse bana iftira atmış. hatta tek bana değil, çalışma arkadaşımla beraber.

artık, insan kaynaklarının, direktörümün "sen bilgi saklama", "onu hep cc'ye koy" uyarılarına anlam verebiliyorum. sadece şaşırıyordum ben, çünkü onu da ilgilendiren hiçbir mailde onu atlamadığıma o kadar emindim ki. tam tersine geldiğimden beri üstüme mobbing uygulayan, her türlü bilgiyi saklayan, hiçbir toplantıya beni göndermeyerek birkaç sene içerisinde oluşturmuş olduğum networkümü sekteye uğratan, her olayda beni pasifize ederek bana sadece "dökümante et ve otur yerinde" muamalesi yapan, üstelik kendisine rapor etmememe rağmen bunları bana reva gören insanı hep yazılı olarak cc'de tutmaya dikkat ettim. en sonunda tutmuş iftira da atmış bana. yeni başlayan ve ikimizi de direktörüne beni diğer arkadaşımla konuşurken gördüğünü ve de arkadaşımın bana " onu cc ye koyma, boşver görmesin" dediğini anlatmış. hala şoktayım. tam tersine kendimi korumaya almak için, her türlü bilgi paylaşımını yapıp dökümante ettim ben.

kendisinin benden bilgi sakladığını, herhangi bir noktada bana gelmek zorunda kalan maillerin alt kısımlarından rahatlıkla ispatlayabilirim.

ama ne yazık ki, bu olay bana direk anlatılmadı. diğer arkadaşımı zor duruma sokmamak için susmak zorundayım.

ama başka neler yapablmiş olduğunu hayal etmek güç değil.

üstelik tam her şey yoluna girerken, bir takım amaçlarına da ulaştı organizasyonel olarak. beni çok sıkıntılı ve zor günler bekliyor burda.

ama gitmeyeceğim ben burdan daha. o gidecek ama ben yenilmeyeceğim. ya da bir gün gitme sebebim bu kadın olmayacak, daha güzel bir imkan vs olabilir ama bu kadın yüzünden bozmayacağım düzenimi ben.

iyiler sonunda mutlaka kazanır mı? göreceğiz...

11 Mart 2012 Pazar

Bir haftasonu ve Dukan...

bugün diyetin 7. günü sona erdi.

seyir evresi, atak evresine göre daha renkli.

bildiğim tek şey ise, kesinkes aç kalınmıyor. aklımdan bazen fazla protein almak zararlı olur mu diye düşünsemde, açıkcası normal bir günde de bu kadar et ve süt ürünü tükettiğim için problem olmadığını düşünüyorum. karbonhidratı da yulaf kepeğinden alıyoruz zaten. dukan amca saolsun, günde 1 yemek kaşığı zeytinyağına da izin veriyor, zaten etlerde de yağ var, eh tamamen yağsız kaldığımız da yok. o zaman bu diyete "tek yönlü" demek haksızlık oluyor biraz.

bugün ekşide bir entry okudum da, efenim etlerin yarısı yağmış, kolesterole sürüklermiş bu diyet vs vs. benim bildiğim normal beslenmede de kırmızı ete, beyaz ete, dönüşümlü olarak sürekli yer var. hani meyvesiz kalınıyor, vitamin problemi oluşabilir dense anlayacağım da, yağa yükleniliyor demek gerçekten yanlış. he tabii, ben öyle her yerde yazan gibi sınırsız yiyin, korkmayıncılardan değilim. sonuçta o Gıda Mühendisliği temelime aykırı bu:) şahsen ben sadece protein yaptığım günlerde, et porsiyonunu ikiye bölüyoru, akşam yediğimin özellikle beyaz et olmasına dikkat ediyorum.

neyse konu nerden nereye geldi...

dün anneanecimin mevlütü vardı. oldukça koşuşurmalı idi ev tabii. evin kızı olarak, tüm servis tabakları elimden geçti. o güzelim şekerparelerden bir tane yemedim. canım anneanem nefret ederdi tavuktan ama biz adeti bozmayıp mevlütte tavuklu pilav verdik yine de, umarım bize kızmamıştır :( ben onun günü olduğu için tavuktan yiyebildim azıcık, bana çok kızardı görseydi " o toyuklar pis kızım, çek şunu gözümün önünden" derdi. Nur içinde yatsın...

neyse cumartesi yine hüzünlü bir gündü...

iyisi mi ben size, bugüne ait 1+1'deki bir sebze protein günümün menüsünü vereyim:

Sabah : Yarım kaşık zeytinyağında lor peynirli omlet, azıcık, ama azıcık bir kaşar peyniri (tamam bu biraz kaçamak oldu, yahu Kars'dan taşıdım geldim kocaman tekerleği napıyım), 1 küçük domates, 1 salatalık, ufak bir parça light beyaz peynir

Ara : 1 kaşık yulaf kepeği ile çeşnilendirilmiş (ahahaha) danone minik yoğurt


Öğle: etin yağsız tarafından çektirdiğim kıyma, 1 kaşık yulaf kepeği, kimyon, soğan ve az tuz ile hazırladığı köftelerde 5 adet ve minik bir yoğurt

Akşam : Yarım kaşık zeytinyağı ile hazırlanmış ıspanak yemeği (yoğurt ile)

Şöyle bir baktım da, yoğurt biraz fazla kaçmış bugün:) gece yatmadan önce de az süt içmeyi planlıyorum.

gelelim yaratıcı yemeğime:

efenim tavuğun göğsünün bir kısmını yarın gündüz için haşlamamın ardından, geri kalanını kuşbaşı yaptım. azcık domates püresi ve soğanı az zeytinyağı ile kavurduktan sonra tavuk kuşbaşıları ekleyip,  biraz tuz ve kekik ilavesi ile en kısık ateşte pişirmeye bıraktım. hafta içi iki akşamımı balıkla dönüşümlü idare eder bence.

bir ara gidip dukan amcanın kitabını alacağım, çünkü kendimi biliyorum, eğer aynı şeyleri yersem sürekli, bu durumdan sıkılabilirim. kitabı alayım ki, yeni menüler yaratmamda bana yol göstersin.

irademden memnunum, işin garibi sevgili kocamın yanımdaki pizza, muffin, elma ve muz seanslarına rağmen dayanabildim buna :) yarın da spora başlıyoruz, neyse ki bunda yalnız değilim, spor yapmayı seven bir kocam var.

işte en kötüsü :( yarın hem Pazartesi hem de protein günü...

9 Mart 2012 Cuma

Dukan sınavı 1. round

Eveet bugün Cuma...

ve ben dün itibari ile, Dukan diyetinin, ümit ediyorum ki en eziyetli kısmı olan (tamam aylar sürecek, sıkılma riski var biliyorum, ama olumlu tarafından bakıyorum) atak evresini bitirdim.

gıdaklamaktan ciddi korkuyorum...

sabah yumurta ye, öğlen tavuk ye, akşam tavuk ye, olmadı balık bul derken tam 5 gün geride kaldı işte.

e bugün tabii sebze iznim de var azcık. öğlen hayde dediler, İstanbul Forum'a gidiyoruz, iyi dedim, ızgara yerim ben. sofrayı kokoreçlerle, tantınilerle donattılar. tantuninin yağı kıpkırmızı peçetelerdeydi vallahi.

hiç istifimi bozmadım valla. kendime biftek ızgara sipariş ettim. etin yağlı kısımlarını özenle ayırdım bir tarafa. sonra peçete ile üste toplanan yağı da emdirdim ve afiyetle yedim bifteğimi. yanında mı? light ayran bulamayınca, mecburen cola zero içtim tabi. sonra birden beynimde ampul yandı, ahan da 5. gündeyim, şu yanında duran domatesi hüpletebilirim!!!

yarım domatesle yetindim, zira akşam sevgilimle Anadolu Kavağı'na gideceğiz (onun hala haberi yok, ama herhalde gelir :)). orda balığın yanına da azcık salata hakkım olsun de mi?

sanırım akşam rakıya karşı büyük bir sınav vereceğim, merakla bekliyoruz;)

kilo kaybı mı dediniz? efenim, atak evresinde 2,5 kg verdim efenim, 60 lı rakamları bırakacağım geride pek yakında inşallah.

o zaman, idolüm fuli'ye kocaman bir teşekkür gelsin :)

8 Mart 2012 Perşembe

3 sene önce bugün...

Bugünü herkes bilir aslında... Kadınlar günü...

Ama ben daha iyi bilirim sanki :)

Aslında sayfalarca doldurmak isterdim bugün için, ne yazık ki acılı, yaslı zamanımıza rastladı bu sene.

peki geçen sene bugün nerdeydik? Rumeli Hisarında, karlı bir günde sevgilim bana evlenme teklif etmişti.

he önceki sene nerdeydik? o İzmir'de ben İstanbul'da, ama ikimiz de ekrana bakıyorduk gülümseyerek. o gün anlamıştık, birbirimiz için özel olduğumuzu, artık bir yola girdiğimizi.

Hayat sana teşekkür ederim, bana biricik eşimi verdiğin için...

7 Mart 2012 Çarşamba

ansızın çektin gittin...

öz anneannemi hiç tanımadım, annem henüz 11 yaşındayken gitmiş bu dünyadan. bana kalan sadece ismi...

ama bir anneannem vardı benim. dedemle 1969 yılında evlenmişler.

yazları bizleri tepesinde gezdiren, her gidişimizde yavruuum diye sarılan, telefonlarda kuzuuum diye sevgisini gösteren bir anneannem.

dedemin gidişinden sonra alıp gelmiştik İstanbul'a. toparlasın kendini diye. bu yüzden nişanımda da vardı.

nikahıma, düğünüme gelemedi, hastaydı biraz. ama hem kendime bir şey alayım diye para (ki gelinliğimle taktığım siyah beyaz taşlı kolyemi almıştım), hem de düğün sonrası yine hediyesini yollamıştı. o kadar yeni ki bu olay, hala çekmecemde, açınca ilk karşıma çıkan o.

63 yaşındaydı anneannem. hepimiz o bize yıllarca köydeki babaevinin kapısını açacak sanıyorduk. öyle ya, daha gençti. kardeşimin düğününe gelecekti bu sonbaharda. dayımın kızına, onun çocuğuna bakma sözü bile vermişti. ne kalbi vardı, ne şekeri, ne de tansiyonu, üstelik zayıftı, hastalıklar ondan uzak olacak sanırdık hep. hastalanırdı tabii, dedim ya zayıftı, doğru dürüst yemek yemezdi, bazen eli kolu bacağı tutmazdı güçsüzlükten. ama iyiydi işte, yaşayacaktı o.

perşembe sabahı çok kötü rüyalarla kalktım baharın resmi olarak ilk gününe. Emre'ye içimde kötü bir his var, kötü rüyalar gördüm aşkım dedim. işe geldim.

öyle ki, telefonumda 6 cevapsız aramayı görünce, kesin birine bir şey oldu diye düşündüm. kardeşim rahatlattı, tesadüftü, bir şey yoktu.

ama aradan 5 dakika geçmedi ki, kardeşim aradı ağlamaklı, "abla anneannem ölmüş" dedi. inanamadım, niye ölsün ki dedim, niye?

işyerinden apar topar birini de yanıma verip gönderdiler, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum, sadece onu hatırlıyorum. sonra köyümüz, ah niye gelinlikli bir fotoğrafımı yollamadım da şu vitrindeki 999 fotoğrafın yanına eklemedi acısı, kardan kapanan köy yolları... camiye bile ulaşım yoktu, cuma akşam üstü, köyün meydanında kılınabilen cenaze namazı. vasiyetindeki gibi dedemin yanına bile gömemedik, mezarlık karla kış kıyamet, kazılabilecek gibi değildi çünkü.

öz amcamı, öz dedemi, vakitlice kaybettim. çok üzüldüğüm ölümler oldu, çok etkilendiğim...

ama hiçbiri anneannem kadar dokunmadı. kimseye muhtaç olmadan, sessizce, daha gençken çekip gitti o. sanki dedem gidince, kalmasının bir anlamı yokmuş gibi. yatağında oturur halde bulmuşlar onu, önceki akşam kimse konuşmamış onunla, demek ki gece ölmüş dedik, 29 Şubat günü...

çok özlemiştim. görememiştim evlilik telaşım arasında. hatta gidiyordum ama eşyalarım gelmedi diye iptal etmiştim. mayıs'ta gidecektim :( dayanamadım baktım cansız bedenine, iyi mi ettim, kötü mü bilmem ama aklımda o nur yüzün kaldı anneannem.

bu kadar mı çok seviyordun dedemi?  ama biz de seni çok seviyorduk. küçükken sana üvey diyenlere inat, "cici anneanne" dedirtmişti annem sana. öz çok akrabam var ama senin tırnağını değişmezdim ki ben.

sen hep ciciydin anneannem, şimdi melek oldun. Allah unutturacak acı vermesin derler ya...ama bizler ne zaman alışacağız, bilinmez.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Hedef Sarıkamış, haydeee...

Yarın Sarıkamış'a gidiyoruz.

Tam 2 sene önce gitmiştim, geçen sene gidemedim kayağa hiç :( halbuki, yaz seven biri olarak, kışın tek sevdiğim yanı bu : snowboard

öyle board yapıyorum sayılmaz, iflah olmaz bir yeteneksizim ben. ama seviyorum, vazgeçmiyorum, millet yoruldum diye kendini atarken ben her tarafım morluk içinde savaşıyorum. kendimi biliyorum ben, spora yeteneğim yok, belki de o yüzden izlemeyi seviyorum bu kadar. her neyse, ama inadım işte, yapacağım dedim mi yapacağım, yolu yok. ben bisiklete binmeyi de çok zor öğrendim mesela, aynı onun gibi bir gün birden öğrenivermeyi ve düşmemeyi hayal ediyorum boarddan ki düşmek de ayrı zevkli snowboard olayında.

bir acemi olarak snowboard ile ilgili teknik bilgilerimi başka bir yazıma saklıyorum.

yarın sunexpress'in kazığı ile ciddi bir ek masrafa girerek gideceğiz Sarıkamış'a. ama içim soğumadı, balayından sonra bu iki oldu Sunexpress ile. bunu da bilare yazacağım, hele birkaç aksiyon alayım, kendimi rahatlatayım :)

eveeeet. yarın gidiyoruz, acayip heyecanlıyım. o kıyafetleri yine giyecek olmak, karda yuvarlanmak, kas ağrısı çekmek, geceleri sıcacık otelde tabu oynamak ve 3-4 gün de olsa uzaklaşmak çok iyi gelecek.

o zaman iki sene önceki bir Sarıkamış fotoğrafı ile bir hafıza tazeleyelim:)

dönünce görüşürüz ;)


20 Şubat 2012 Pazartesi

Londra'dan karda kışta...

Biliyorsunuz 10 gün kadar önce döndüm Londra'dan.

İş için gidince turizm için çok vakit yoktu. Hele ki eşim de hafta sonu için gelip, iptal olan uçak sebebi ile erken dönünce, bir de üzerine kar soğuk eklenince, çok da verimli gezdik sayılmaz.

Bekle bizi Londra, tekrar geleceğiz der ve fotoğraflarla yazımı bitiririm :)

Londra'da ilk durak, otelimize de çok yakın olan Hyde park. vardığımız gün kar yağışı yoktu ama içindeki göl buz kesmiş, çok çok soğuk bir hava vardı. Ertesi gün tekrar gittiğimizde karlarla kaplıydı zaten.




sonra soluğu Arsenal stadında aldık, tabii ki maça bilet bulamadık, ama store gezip, stadı şöyle bir tavaf ettik :)



sonra ise vurduk kendimizi Thames nehrine...






Sevgilimin yükseklik korkusu sebebi ile London eye olayına giremedik ama nehirde bir bot turunu ihmal etmedik.

aynı gün belli başlı müzeleri de gezdik tabii. British Museum, Victoria & Albert Museum, National Gallery... Bir de Emre döndükten sonra bunlara National History Museum da ekledim ben...

eveeet ikinci gün kar yağdı. Chelsea stadı ziyaretimiz karlar altında. Buckingham Palace ziyareti de öyle. yine karlar altında Big Ben, British Bridge de ayrı güzeldi valla :)





Emre dönünce kendimi zengin mahallelerine attım Chelsea civarındaki :)



bunlar da Londra'dan soğuk hava muhalefetine rağmen çekebildiğim spontan kareler...



çok sevdim bu şehri, sıcak bir havada yine gidip, doya doya gezmek lazım.