25 Ağustos 2017 Cuma

İki bebekle bir Avrupa gezisi anıları (Almanya, Avusturya, İsviçre, Fransa)

Bu yaz tatilinde şirketim "shut down" yaptı. yani 3 hafta boyunca, hepimiz aynı anda izindeydik. Ramazan bayramını da kapsayan bu 3 haftanın 1 haftasını, yani bayramı, annemlerin yanında, bir hafta kadarını evde ve tam ortasındaki 10 günü de çok güzel bir gezide geçirdim.
Daha önce Emre, kardeşim, eşi ve ben şeklinde yaptığımız geziler, 4 gün ara ile doğan bebelerimiz sebebi ile 6 kişilik hale geldi.


Bu bebeklerimiz ile ilk yurtdışı deneyimi idi ve şu an bakıyorum ki bu deneyim için oldukça detaylı bir rota çizmişiz.


İskandinavya, Doğu Amerika, İsviçre-İtalya, İsviçre-Fransa, İsviçre-Almanya alternatifleri arasında gezinirken; amacımız rahat araba kiralayabileceğimiz, vize alırken sıkıntı yaşamayacağımız - ve mümkünse sadece giriş çıkışı kapsayan vize değil de bir kez daha bizi yurtdışına çıkarabilecek bir vize imkanı sağlayacak bir rota belirledik.


Tüm hesap kitap yapıldığında, giriş ve çıkışın Almanya olmasına karar verdik. Not düşeyim ki, bir arabayı Almanya'da kiralayıp İsviçre'de teslim etmeyi denerseniz one way fee adı altında 120€ gibi bir bedeli gözden çıkarmalısınız. Almanya'nın başka bir şehrine teslimatta bu 20€ idi. Araba işi bize sandığımızdan pahalıya mal oldu diyebilirim. İki araba kiralamak istemedik, tek araba olunca da ancak 9 kişilik araçlara sığabiliyorduk. Bu araçları havalimanından teslim alıp havalimanına bırakmak için ödeyeceğiniz extra ücret ise 250€; premium location fee diyorlar buna. Standart binek araçlarda bu ücret yok.


Uçak biletlerimizi Münih gidiş ve Stuttgart dönüş şeklinde aldık. Geri döndüğümüzde rotamızı aşağıdaki şekilde haritaya dökebildim:







Bebeklerle seyahat zor olacaktı. Hele ki iki adet alerjik, yedikleri sınırlı ve güvenli olmak zorunda olan iki bebekle. bir miktar kuzu etini dondurdum ve köpük içinde donmuş taşıdım. 3-4 kavanoz sebze konservesi filan yaptık. Not düşeyim ki bu bir riskti; Almanya'da bizim valizleri X-ray'a soktular. Et var mı dediler ve refleks ile hayır dedim; bunun üzerine X-Ray'e sokuldu valizler ve hiçbir şey demediler, bu kısmı anlamadım.





Münih'de bir Vegan Kermesi
Alisa Münih uçağında aramızdaki koltukta kolunu bacağını aça aça uyudu, çok rahat bir yolculuktu. Yukarıda bahsettiğim X-Ray krizinden sonra arabamızı teslim almak üzere Sixth ofisine gittik ki deli bir kuyruk. Önceden rezerve ettiğimiz arabayı teslim almak için 45 dakika sıra bekledik ve sonunda sıfır km'de Renault Traffic'e kavuştuk :)  Bebek koltukları için otoparkta başka bir noktaya gitmemiz ve bu koltukları kendimiz takmamız gerekti, bu kısım bayağı yorucu oldu.




Soluğu Münih'de aldık, merkezde olmasa da merkeze yakın olan NH otelde konaklama yaptık, ortalama, iyi bir oteldi, odalarda mikrodalga bulunması bizi kurtardı. Arabayı otoparkta bırakarak bebek arabalarını kaptık ve metro ile ile şehir merkezine gittik, şehri şöyle bir gezdik. bira patates tarzı yemeğimizi yedik. bebelere onca zahmetle taşıdığımız yemekler ziyan oluyordu zira sürekli bebek arabasında olmayı protesto edip mama içip durdular tüm tatil boyunca.

Ertesi gün erken kalktık ve Münih'de aldığımız bir karar ile Salzburg'a doğru yola çıktık. Yoldan Avusturya için 9€'luk otoban bandrolünü aldık, Avusturya için minimum 1 haftalık bandrol alabiliyorsunuz.  Yağmurlu bir havaya denk gelsek de çok keyifli bir şehir Salzburg. Bebekler olunca detaylı gezmek biraz sıkıntılı ama yine de nehir kenarında yürüyüş ve buralara kurulmuş pazarlar, eski şehir merkezini turladık; yağmurun azizliği yüzünden schitzel değil de mc donalds ile yetindik, artık ne yapalım :)

Salzburg
Burdan sonra Avusturya'nın meşhur masalsı kasabası Hallstatt baktık ki sadece 50 km, ona da gidiverdik. Gerçekten muhteşem bir yerdi.
Hallstatt
Akşamına döndük Münih'e ve sabah erken kalkıp yola düştük, önce bir süpermarkete uğrayıp çocuklara yemeklik malzeme, bize sandviç ekmek, dondurulmuş küçük schitzeller, meyve, peynir, domates filan aldık. Pahalı İsviçre seyahati için hazırdık :) bunu izleyen İsviçre günlerinde öğle yemekleri için bu sandviçleri yaptık, akşam için etli, domatesli makarnalar yaptık evde diyebilirim.


Atlanmaması gereken bir nokta da İsviçre otobanını kullanacağımız için, otobanda henüz Almanya içinde iken 2017 yılına ait otoban stickerini aldık. Maalesef İsviçre için bu bandrol sadece yıllık ve 38 €.

Landsberg Am Lech
Yolumuz Almanya'nın meşhur romantik yoluna ait bir durak olan Landsberg am Lech'den geçti. Küçük ve tatlı bir kasaba, kocaman bir gölü ve şelalesi var, bu şelalaye nazır kahve içmek bir keyifti.

Duraklarımızdan birisi de sınıra çok yakın, Bodensee kıyısındaki Lindeu şehri oldu. Buranın şehir merkezinde, kareli masa örtüleri olan şirin bir mekanda schitzel yiyip bira içtik. Bu şehirde yaşayanlara özendim, sakin bir hayatları olmalı diye düşündüm.


Sınırı geçtik ve Avusturya'nın sınır kasabası olan Bregen'de inmeden devam ettik. Burdan sonra ise durağımız Liechtenstein'ın başkenti olan Vaduz oldu. Yani görülmese de olur dediğim bir yerdi açıkçası, ben daha sakin ve hayat olmayan bir yer daha önce görmemiş olabilirim. Yol üzerinde olması ve Avrupa'nın bu küçük ülkesini görerek merakımı gidermeyi bir kar sayıyorum.
Vaduz
Bu noktada diyeceğim bir şey var. Biz hızla İsviçre'ye ilerledik ama çok mühim bir şeyi atladık. Almanya'dan, Avusturya'dan İsviçre'ye geçiliyor ise depoyu sınırda fullemekte fayda var. İsviçre çok pahalı, hayır pahalı diyenler abartmıyor, gerçekten çok pahalı :)


Artık kararan hava ile birlikte, Luzern'e bağlı Emmen'de kalacağımız eve doğru yol aldık. Evimiz iki katlı, şömineli, kış bahçeli çok keyifli bir evdi. Airbnb'ye bir kez daha teşekkür ettim. Zurich, Luzern, Bern vs merkezli kalmak hem maddi açıdan zorlayacak hem de çocukların yemeklerinin hazırlanması, akşam ve sabah onların evde özgürce hareket etme olanaklarını sunmaması açısından daha az konforlu olacaktı.
Zürih
İlk İsviçre gününde rotamız Zürih oldu. Dur durak bilmeyerek gezdik de gezdik, zaten çocuklar da bebek arabaları hareket etmeyince çok isyankar oluyorlardı :) İsviçre'de Migros isimli marketlerde mikrodalgayı elimizi kolumuzu sallayarak yemek ısıtmak için kullandığımızı belirteyim ki bebekle İsviçre'ye gideceklerin aklında olsun. Ayrıca İsviçre'de en öncelikliler yayalar, sonra bebek arabaları, bisikletler ve en son da arabalara sıra geliyor. Bebek arabası ile hayat çok rahattı, kesin bilgi. Kiralık arabayı ise şehir merkezlerini gezerken kapalı otoparka almak gerekiyor, parası ile bile olsa merkezde yol kenarındaki park yerlerinde 1 bilemedin 2 saatten fazla tutmak yasak. Bu arada 4-5 saatlik park için 20 Frank verdiğimizi de demiş olayım ;) Zurich elbette detaylı gezilir ise 2 gün harcanabilecek bir şehir gibi geldi, ama bebeklerle bu pek mümkün değildi. Turist rehberlerinde geçen "panoramik şehir turu"muzu yaptık, bence çok da gerekli olmayan Zurichsee bot gezisini de yaptık. Bu arada Swisspass diye bir şey var, 3 gün bile kalınacaksa tüm İsviçre'de, bunu almak mantıklı. yani çoluk çocukla gitmesek, ya da biraz daha büyük olsalar, 2-3 ülke gezilmese; bunu alıp tren, teleferik, bot vs hepsini kapsayacak, çok mantıklı ve en ekonomik seçenek.




Aynı gün öğleden sonra Luzern'e geçtik. Gerçekten çiçeklerle donanmış köprüsü, daracık sokakları, üzerindeki ışık yansımaları ile görsel bir şölen sunan gölü ile Luzern efsana bir şehir. Biz çok vakit geçiremedik, ama not aldım, gideceğim, Platus dağına da çıkacağım; sana yeniden geleceğim Luzern. Bence en az 1 tam gün ayrılmalı idi buraya. Bizim zaman planımız burası için yanlış olmuş diyebilirim.

Luzern
Akşam yine güzel evimizde kalıp, bahçede makarna şarap yapıp (e çocuklar yukarıda odalarında uyuyor, işte ev konforunun farkı) güzel bir uyku çektikten sonra ertesi gün kahvaltımızın ardından düştük güneye doğru yollara.


İlk durak Interlaken oldu, kışın kayak turizmi sebebi ile çok daha kalabalık olan bu sakin kasabayı çok sevdim, dingin, huzurlu hali, her yerinden görülen Alp Dağı manzaraları müthişti. Bu arada Interlaken'e araba ile giderken, Lungernsee'den geçiş yapılıyor, bu gölün yanında ilerlerken ise arabayı seyir terasına çekip,  gerçekten o masalsı İsviçre manzaralarını yakalamak mümkün.

Lungernsee
Interlaken'den sonra Leuterbrunnen'e geçtik ve arabayı burda bıraktık. Sonra bir teleferik ve muhteşem manzaralara eşlik ettiren dağ treni ile Murren dağ köyüne gittik. Bu teleferik ve dağ treni için gidiş dönüş kişi başı 22 Frank gibi bir ücret var. İsterseniz buradan 60-70 Frank daha verip daha yukarı, daha yukarı da çıkabilirsiniz. Swisspass var ise, Murren'e çıkan teleferik ve treni kapsıyor.Bu köyde dağlar sanki uzansam dokunulacak gibiydi, gerçekten oldukça yer gezmiş birisi olarak şu hayatta beni en çok etkileyen ilk 3 yer arasına girdi diyebilirim Murren için.

Murren

Heidi'nin köylerine, İsviçre yeşiline, Alplere doyduğumuz bu yorucu günün ardından yola devam ettik, Bern şehrini arabadan hiç inmeden gördük ve akşam yemeğini Gravyer peynirine adını veren Gruveyere köyünde yedik. Fondü ve şarap çok keyifli idi.

Cenevre gölü etrafındaki konaklamayı, ekonomik olsun ve birkaç Fransa köyü de görelim diye Evian'da ayarlamıştım. doğru bir seçim mi oldu emin değilim, Cenevre gölünün İsviçre tarafında güzel otobanlar varken, Fransa tarafındaki yol oldukça uzun, yavaş gidilen, pratik olmayan bir yol. Evian'da ayarladığım tesisten müthiş memnun kalmasak da mikrodalga, ocak gibi imkanları bize sunduğu için memnunduk.
Bir Fransa sabahına uyandım ve çıkıp otele yakın süpermarketten hem akşam için balık ve şarap, hem kahvaltı için büş peyniri başta olmak üzere peynirler, hem de öğle yemekleri için sandviçlik malzeme aldım. Fiyatların burada insani seviyeye indiğini belirtmeye gerek yok sanırım, ah bir de € 4 TL psikolojik üzerine çıkmamış olsa idi, tadından yenmezdi.
Fransa'nın bu şirin Evian kasabasından rotamızı ilk önce Yvoire isimli küçük bir Fransız kasabasına çevirdik, Leman (ya da İsviçreliler için Cenevre) gölünün kenarında, ortaçağdan fırlayıp gelen bir köy gibiydi. Burada göle en azından ayaklarımızı soktuk diyelim:)



Cenevre
Yvoire'den batı yönüne devam ettiğimizde, gölün kıvrıldığı noktada Cenevre'ye kavuştuk. Orta İsviçre şehirlerinden farklı, kendi içinde eski şehir merkezi, göl kenarı aktiviteleri, fıskıyesi, parkları ile şahsına münhasır bir şehir Cenevre, ben sevdim. Evian'daki gece konaklaması ardından, sabah erkenden yeniden koyulduk yola. Bu defa rota doğu idi, Montreux'yu önümüzdeki uzun yolu da düşünerek araba ile gezdik, Lozan'a doğru devam ettik. Eğer bizim gibi cenevre gölünün Fransız tarafında batıdan doğuya doğru yolculuk yapıyor iseniz, Meontreux'a gelmeden önce solda gölün üzerine kurulu olan ve şehrin sembolü kabul edilen Chillon Kale'sini görebilirsiniz. Yakın tarihimiz için oldukça önemli bu şehirlerde dolaşmak bende tuhaf mı, heyecanlı mı tanımlayamadığım duygular uyandırdı. Lozan gerçekten güzel bir şehir. Şehir merkezi göl kenarından üstte konumlanmış, arabayı merkeze yakın bir yere park edip göl kenarına yürüyerek indik. Elbette göl kenarına indiğimiz noktayı, Cumhuriyet'imizin tapusu olan Lozan Anlaşması'nın imzalandığı binaya göre ayarladık. Göl kıyısındaki kızma Ouchy diyorlar, birçok güzel cafe, restaurant, yine Lozan Anlaşması'nın hazırlıklarının yapıldığı Oucy Şatosu da bu bölgede. İmzalar leman gölünün en güzel yeri diyebileceğimiz yere konumlanmış Beau-Rivage sarayında atılmış (bazı kaynaklarda Rumine sarayı diye geçiyor, durumu çözemedim). Otelin Sandoz isimli salonunda imza atılırken İsmet Paşa'nın ruh halini getirmeye çalıştım göz önüne . Evet bir ilaç sektörü çalışanı olarak araştırdım, Sandoz ailesi bu sarayın sahibi, günümüzde Novartis ve Sandoz İlaç şirketlerinin sahibi de bu aile işte. Burası günümüzde de birçok uluslar arası toplantıya ev sahipliği yapıyor. Bakmayın adının saray olduğuna, üniversite, otel vs olarak kullanılmış, hiç saray gibi oturulmamış içinde. Bu arada not düşmek isterim ki Lozan'ı gezmek biraz zor, öyle ki şehrin merkezi ve göl arasında asansörler filan var. Her yer yokuş, her yer merdiven. Mesela biz arabayı şehir merkezine bırakıp yokuş aşağı gezdik, sonra metroya binerek yukarı merkeze döndük. Katedral binası, Bu çok katlı şehir, şehri ve Cenevre gölünü tepeden gören güzel manzaralar da sunuyor.


Beau Rivage Sarayı - Lozan
Lozan sonrası yönünüz artık Kuzey'di. Bern üzerinden geçip Biel isimli şehirde yemek molası verdik. Yediğim - ve muhtemelen yiyeceğim- en pahalı Mc Donalds menüsünü burada yedim diyebilirim :) Biel'de şehir olarak görmeye değer pek bir şeye rastlamadım ama insanların yüzünden huzur aktığını söyleyebilirim. Aslında Basel'e de uğramak istedik ama iş çıkış trafiğine denk geldiğimiz için mümkün olmadı, Basel'e uğramadan otobandan Fransa'ya doğru devam ettik. İsviçre maceramızın bu noktada sonuna gelmiştik.
Fransa için otoban ile ilgili yapmanız gereken bir işlem yok. Bu arada İsviçre yıllık sticker'ı alırım, yazıktır İsviçre'ye giden bir arkadaşıma veririm, koca yılın parasını ödemişim diye düşünüyorsanız unutun, zira sökmeye çalışınca lime lime dağıldı :)
Mulhouse şehri üzerinden Colmar'a doğru ilerledik, Mulhouse'de görmeye değer bir şey olmadığı geri bildirimini birkaç arkadaşımdan aldığımdan burada zaman geçirmedik. Akşam olduğunda yine airbnb ile bulduğum, Colmar merkeze epeyce yakın evimize varmıştık.
Yolculuğumuzun Colmar akşamları çok güzel geçti, evimiz merkeze yakındı, bebekleri bebek arabalarına koyup uyutarak şarap içmeye çıkabildik. Bölgenin şarapları leziz, Le Petite Venice denilen, Colmar'ın şehir merkezi büyüleyici şekilde güzel.
Le Petite Venice



Kaysersberg, Route Des Vins
Colmar'da gündüzü şarap tadımına ve Route des Vins D'alsace köylerine ayırdık. Colmar'dan Strasburg'a uzanan bu yolda köylerin cafelerinde şarabınızı içebilir, dükkanlarda şarap tadarak satın alabilirsiniz. Alsace bölgesi, beyaz ve rose şarapları ile ünlü. Gerçekten içtiğim en güzel şaraplardı diyebilirim. Colmar'a yolunuz düşer ise, en az bir köy görmeden ayrılmayın burdan. Kaysersberg ve Ribeauville benim favorilerim oldu. Mümkün mertebe rotadaki her durağa uğramaya çalıştık. Köylerin daha güzelleri Colmar'a yakın olanlar, yani yolun güneyi kuzeyinden daha güzel. Bir de otobanda değil de eski yolda ilerlerseniz köyler arası geçişlerde, uçcuz bucaksız üzüm bağlarını da görme şansı oluyor. üzümler arasında Muscat ve Pinot blanc aklımda ve damağımda kalanlar. Bölgenin şarap şişeleri de yukarı doğru daralan şekilde tasarlanmış ve bu yasla bir zorunlulukmuş. Yani Fransa'da bir markette şarabın şişesinden Alsace şarabı olduğunu anlıyorsunuz. Keşke daha çok şarap getirseydim dedim dönünce, zira aldığımız iki şişeyi kısa zamanda hüplettik. Bu bölgeden şaraplara özel kadehleri de hatıra veya hediye olarak almak iyi bir fikir olabilir.
Colmar'a doyamadık diyebilirim, hani 2 gün daha olsa kalıp köylerde akşama kadar şarap tadabilirmişim :)



Son gecemiz için Stuttgart'a doğru yola çıkarken günü geçirdiğimiz yer Strasburg oldu. Çok çok güzel bir şehir burası, tarihte takılmış kalmış gibi, tarif et derlerse "sarı" bir şehir derim. Katedralinin örneğini pek görmedim, belki Barcelona'da hala bitmeyen La Sagrada Familia ile karşılaştırılabilir. katedral'de o gün saat çanları çalınmayacaktı, buna gerçekten üzüldüm. Köprüleri, Le Petit France'ı, içinden geçen kanalların cömertliği ile çok güzel bir şehir Strasburg. Çarşısında dolaşmak, nehir kenarında bir kahve içmek, kesinlikle bunları tavsiye ederim.
Mercedes Müzesi'nde Ali ve Alisa


Strasburg gününün akşam üstü kısmı ise Stuttgart'a daha doğrusu BMW ve Mercedes müzelerine kaldı. Fransa'yı arkamıza bırakıp Almanya'nın Stuttgart iline girer girmez soluğu kapanmadan önce bu müzelerde aldık. Gerçekten çok keyifli idi, özellikle Mercedes müzesini tavsiye ederim.
Son akşamımızda merkezde olan otelimizin avantajını kullanıp Weissbeer içerek şehrin meydanında takıldık. Yine son sabahımız da havalimanına gitmeden önce gündüz gözü ile bu şehri biraz gezmek oldu. Turistik olarak spesifik gelinecek bir şehir değil bence, ama eksiği de yok; güzel, sevimli, düzenli ve canlı bir Almanya şehri burası da. Vakti olanlar televizyon kulesini de görmesi güzel olabilir, bizim olmadı.


Atatürk Havalimanı, Temmuz 2017


Ve artık dönüş zamanı..Epeyce uzun, çok gezmeli, bol bebekli, parklarda mesai yaptıran tatilimizin son durağından İstanbul'a döndük. Darısı gelecek tatillere.
Son olarak da, kalbim İsviçre'de kaldı, çok çok çok sevdim bu ülkeyi ben.